Cumhuriyet Halk Partisi, Akçakoca ilçe Başkanlığı seçimi yapıldı. Mevcut ilçe başkanı Tuğrul Abanoz hakkında birçok iddia, birçok tefrika ve sebeplerle beraber noter üzerinden ciddi oranda delegasyon yapıldı. Noter üzerinden istifa ederek seçime taşımak istedi. Genel merkez kabul görmemekle beraber mahkemeye gideceğiz denilince Sayın Kılıçdaroğlu'na bunu biz izah edemeyiz denilerek genel merkez bu seçim kararını verdi. İl Yönetimi ben başından sonra takip ettiğim kadarıyla kongre seçimi olmaması noktasında bir duruş sergilemişti fakat olağanüstü kongre oldu. Şimdi burada Tuğrul Abanoz 52 oyla bir diğer aday da 38 oyla olacak şekilde iki aday yarışmıştı. Bir tanesi de Ahmet kaya oldu. Yan sanayi dedikleri sonradan olma. Büyük Birlikten doğma bir modeldi. O da tutmadı ama onun arkasında başka bir şey daha vardı. Neydi onun arkasında olan? Ahmet Kaya ‘nın arkasında fosiller vardı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin fosilleşmiş, “parti bizim olsun, az olsun, öz olsun ama bizim olsun, bizim dediğimiz olsun” yani gelenek olarak biz olmadan ve bize rağmen bu partide bir şey yapılamaz diyen cenah bir grup vardı. Tuğrul Başkan hakikatten büyük bir zafer imza attı. Kaç tane İlçe Başkanı var yani düşünün üç mü dört mü şimdi çok da karıştırmayayım. İsimlerini de çok önemli değil. Selçuk Yanmaz vardı. Fikret Albayrak vardı karşılarında. Diğer eski İlçe Başkanları vardı… Ama herkesin “Tuğrul Abanoz gitsin” diyor. Yani parti binasını, o köhnemiş, altında meyhane olan bir yerden şehrin tam göbeğine getirdi Tuğrul Başkan ve muhalefet noktasında her nokta da etkili bir muhalefet etmeye başladı. Yani tabiri caiz ise bir sosyal demokrat, Ecevit vari bir sosyal demokrat… İnsanlara tepeden bakmayan, insanı insan gören ve meselelere hâkim olan, meselelerle dertlenen, memleket meselesiyle ilgili olduktan sonra gerisini teferruat gören… Birçok konu da Tuğrul Başkan muhafazakâr ve karşısındaki diğer rakiplere karşı gerçekten büyük bir başarı elde etti. Hem muhalefete karşı hem de Parti içinde kronik vaka eczanelerde satılmayan ilaçtan kullanan, bulunmayan ilaç gibi kullanılan, derdine de derman olunamayan bir hastalık içinde olan ekibin içinden Partiyi aldı ve çıkardı.

CHP ‘yi Akçakoca ‘da bundan sonra kimse tutamaz. CHP ‘yi bundan sonra Düzce de kimse tutamaz. Yani niye? Şimdi bir algı var. Siyasette ne olur? Nasıl biter? Tuğrul Başkan bölgedeki muhalefet partili siyasetçilerine de örnek bir tavır sergiledi. Tabanda ve sahada olan bir yapıyla beraber. Hani dedik ya bir iddia var diye, şimdi 2023 ‘te seçimler geliyor. Düzce de doğmuş, Düzce de büyümüş, Düzce de yaşamış, Düzce de ölecek aday, Allah hayırlı, mübarek uzun ömürler versin ama böyle bir aday profili olmayan hiçbir partinin listesine itibar edilemeyecek. Edilmeyecek. Burada Tuğrul Başkanın ortaya koyduğu siyasette tabandan gelen, halktan gelen sese kulak veren bir yapı da şekillendiği zaman her ne kadar İYİ Parti milletvekili çıkarır diye bir algı varsa ve inanç varsa da ben bunun inandırıcı olduğuna inanmıyorum. Düzce ‘de Cumhur İttifakının karşısına milletvekili çıkaracak tek parti var o da CHP ‘dir.

Semih Başkan, o da o partiyi köhne yerinden aldı, partiye kimlik kazandırdı yani güzel bir yerde partisini kimliklendirdi. Tuğrul Başkanda aynısını yaptı. Bunlar bir değişimdi, bir değişim başladı ve bu değişim de halka rağmen siyaset yok. Taban siyaseti var. Bu da İYİ Partinin algısının önünde çok ciddi bir tezat… Ben ihtimal vermiyorum çünkü bu yüzde altı yüzde yedilerden yüzde kırklara yüzde otuzlara çıkacak. Yani partinin çok çok yükselmesi gerek. Yani çok oran çıkması lazım ama o da ihtimal dâhilinde görünmüyor ama bugün 4-5 bin daha oy alsaydı MHP ‘nin Milletvekillerinin yerinde CHP Milletvekilleri vardı. 2018’deki seçimlerde. Şimdi buradan baktığımızda bir anekdotu da ortaya koymak lazım. Şu an partilerin İl Başkanları kaliteli insanlar.

AK Parti İl Başkanı Mustafa Keskin… Düzce de doğmuş, Düzce de büyümüş, Düzce de yaşamış, yani Düzce ‘den başka ölecek, gidecek Türkiye ‘nin herhangi bir yer yerinde yazlığı da kışlığı da Başkentte bir yeri olmayan bir model.

Semih Cemşit… Aynı şekilde yani Düzce de büyümüş, Düzce de yaşamış… Tuğrul Abanoz bildiğiniz gibi Akçakoca ‘da.

Yunus Özayer, Düzce de doğmuş ama Düzce de büyümemiş. Düzce de yaşamamış, dışarıda yaşamış ve gelmiş şimdi Düzce ‘de yaşamaya çalışıyor, yaşıyor da zaten. Netice itibari ile Partilerden baktığımız zaman, tabanda millete rağmen olmayan saha da olan, davasının ve partisinin idealinin derdiyle dertlenen bu amaçla da maddi-manevi ve içtimai her türlü fedakârlığı göze alan isimler bunlar. Ben gerçekten şuna inanıyorum ve şu anda da yine söylüyorum. Bunu tabanda da görüyoruz, sahada da görüyoruz.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin milletvekili aday adayları sahaya çıktığı zaman buradaki aday adaylarının kalibresi, kalitesi, Düzceliliği Ak Parti ve MHP’nin listesini belirleyecek. Kesinlikle Düzce’de yaşamış Düzce’de doğmuş Düzce’de de ömrünü bitirecek insanlar olmadığı sürece millet aynı dili konuşan aynı duyguyu paylaşan aynı dertle, tozuyla, toprağıyla, havasıyla, güneşiyle, fındığıyla, mısırıyla, tütünüyle, sanayisiyle özdeşleşmeyen bir isim Düzce’den aday çıkamaz listeye giremez.  Bunlar oluyor da genel merkezin teknokrat millet vekillerine ihtiyacı var, kabul ediyoruz. Ankara’dan İstanbul’dan Bursa’dan farklı illerden insanlar listeye girebilirler. Ama taşrada ve tabanda bu sesi duymayan hiçbir siyasi parti insanlara hitap edemez kabul görmez. Nereye geldik? Cumhuriyet Halk Partisi bu şekilde giderse il başkanı Semih Cemşit’in başkanlığında insanlara gönül ile yarışma düşüncesinde olursa v bu yaklaşım devam ederse Cumhuriyet Halk Partisi’nin 2024 yerel seçimlerinde ve 2023’te Akçakoca’da Tuğrul Başkan ile bunları kimse tutamaz. Herkes gardını ona göre almalı. Aynı samimiyetle, aynı dertle siyasi patilerine, siyasi düşüncelerine sahip çıkılmalı.

 Burada ne var? Düzce’de doğmuş, Düzce’de büyümüş, Düzce’de yaşamış ve Düzce’de ölecek. Celal Erbay gibi profesörmüş, nerde Celal Erbay? Büyük elçilik yapmış Yaşar Yakıç vardı nerede bunlar? Düzce’de insanların iradesiyle beraber milletvekili seçilip üste seviyeye geldiği zaman, işi bittiği zaman çekip gidiyor. Ama seçim zamanı geldiği zaman herkes Düzceli olmuş. Dertleniyor, hizmet etmeye gelmiş. Neredeydin 20 seneden beri? Ne biliyorsun? Dolmuştaki minibüsçünün derdiyle siftah yapamamış esnafın halini. Fındık bahçesinde çalışan insanla balıkçının halini biliyor musun? Yok. Peki nasıl olacak? Sel olur, felaket olur, dert olur biliyor musun? Yok. Yaşadın mı? Yok.  Meseleyi biliyor musun? Yok.  Sorunu biliyor musun? Yok. Git genel müdürlüğünü yap kardeşim. Nerede oturursan otur! İstersen İstanbul’da yalıda otur, Akdeniz’de, Ege’de, başkentte otur! Ama burada kimsenin istikbali ile düzeni ile kaderi ile oynamaya gerek yok.

Hepsinden önemlisi şunu söylüyorum. 20 yıldan beri Ak Parti iktidarı var. Son dönemde Cumhur İttifakı oldu.  Düzce’de, Düzce dediğimiz zaman çok büyütüyoruz da İstanbul’da bir mahalle. 200 bin kişilik mahalle muhtar yönetiyor. Ama coğrafya kaderdir ya, kaderimiz bizi vilayet yapmış. Düzce, bu iktidarın nimetlerinden, ama emsalleri ölçüsünde Türkiye’ye yansıyan ölçüde faydalanamadı. Aslında bütün sıkıntı orada.

Bizimle gülen, bizimle ağlayan ve bizimle yaşayan insanlarla siyaset yapmalıyız. Siyasetçi bunları takdir etmeli. Etmeyen sandıkta zaten karşılığını görecektir.

Akçakoca ilçe başkanı Tuğrul Abanoz’u tebrik ediyorum. Her ne kadar siyasi olarak tasvip etmediği bir hareket de olsa mesele memleket gerisi teferruattır.

Kısa bir anekdot. Bugün 25 Temmuz, dün 24 Temmuz’du basında sansürün kaldırılması bayramını kutladık. Ne alakası var? Ne kalkmış? Osmanlı’nın son dönemlerinde memleketi ve milleti için büyük adımlar atan Abdülhamit Han’ın milli ruhuyla beraber vermiş olduğu mücadelenin içinde Yahudi’nin Ermeni’nin Rum’un elinde olan basını kontrol etme noktasında kurmuş olduğu bir sistem. Buna sansür derler, kontrol derler. Ne derlerse desinler. Bu kaldırılmış. Bu millet 400 yıl yönettiği, ayağının tozunu temizlettiği Yünan’dan kurtuluşunu kutlayarak ne kadar aşağılandıysa, 1908’de bu yasanın, bu sansürün kaldırılmasından sonra ne olduğuna bir bakalım. 10 yılda ülke paramparça oldu. Sansür kalktı, sansürden sonra Abdülhamit’e düzenlenen suikastta “Şanlı Avcı Attın ama Vuramadın” diyecek kadar özgürdü basın. Basın özgür olmalı ama nerede olmalı? Basın bu milletin milli, manevi, insani değerlerini savunurken sonuna kadar özgür olmalı. Ama bu basın, bu milletin sömürgeleştirilmesine, uylama konusunda, ezilme konusunda, yönetilme konusunda ve başını eğme konusunda yıllarca kullanıldı. Sansür kalktı ama öyle bir basın geldi ki Türkiye’de 411 el kaos için havaya kalktı diye özgürlük oldu. Türkiye Büyük Millet Meclisi türban meselesinde bir karara vardı, kaosa kalktı denildi. Bu sansürlenmemiş basın, özgür basın beni mübarek Cuma günüme “Kara Cuma” diye “Lanetli Cuma” diye başlık attı. Ben, 24 Temmuz bayram değil de bu ülkenin yıkıldığı günün fermanının yazıldığı adımının atıldığı hale bakarım. 1908’den sonra devlet nasıl paramparça oldu. Bu milletin evlatları nasıl cephelerden cepheye sistematik bir şekilde soykırım gibi bedava yere şehit edildi. Bunu bize alkışlatan zihniyete sansür gelmeliydi. Fakat 24 Temmuz bu milletin yok oluşunun adımının medya ayağı ile atılmasıdır. Bunu kutlayanları da kutluyorum…

PROGRAMIN TAMAMINI İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN