25 Ekim saat 16.30’da bir yürüyüş tertip edildi Düzce’de. Yürüyüşün maksadı, amacı, demokratik haklarını ortaya koymak, demokratik tepkisini ortaya koymak adına Düzce Belediyesi’nin binasının yıkımıyla ilgili bir ses getirmek veya bir duruş göstermek.
Hani Demirel’e sormuşlar: “İnsanlar yürüyor.” Rahmetli Demirel demiş ki, “Yürüsün, yollar yürümekle aşınmaz.” Evet, yürüsünler yollar, yürümekle aşınmaz. Demokratik olsun her şey. İnsanlar tepkilerini göstersinler. Ama işin bu boyutunda şuna bakmak lazım: Bilgin olacak ki fikrin olacak. Bilgisi olmayanın fikri olmaz.
Bu tartışmaların, sebeplerin altında, ‘100 projenin içinde vardı, vatandaş oyladı, kabul etti.’ Şimdi hani Nasrettin Hoca’nın “sen haklısın” dediği hikâyedeki gibi… Kavga edenlere demiş ki, “Sen haklısın.” Diğeri demiş, “Hocam öyle değil, böyle böyle oldu.” O zaman “Sen de haklısın.” Hanımı da dinliyormuş hocayı. “Ya hocam, bunların biri haklı biri haksız; ikisine de sen haklısın diyorsun.” Dönmüş, “Hanım, sen de haklısın.” Bunu diyemeyiz biz. Herkese “haklısın” diyemeyiz.
Proje güzel, kazanım güzel. İşin özünde orada o bina yıkıldığı zaman… Ha bina 400 milyon, 500 milyon zarar etmiş. Etmişler zaten. Biz hep böyle bundan kaybettik bugüne kadar. Yok ‘Mehmet Keleş’in eserlerini yıkıyormuş.’ Mehmet Keleş kendisi yıkıldı zaten. Eseri mi kaldı? Neye kaldı Mehmet Keleş’in? Yani siyasi yaşam bitti. Onlar değil mesele.
Mesele şu: Bu bina yıkıldığı zaman ne olacak? Haticeye değil, neticeye bakalım. Bina yıkıldığı zaman bir bedesten olacak. Orada çok güzel bir çarşı olacak. O konsepte uygun, Cedidiye Camii’ne uygun bir konsept olacak. Güzel mi olacak? Güzel olacak.
Peki bunu Faruk Özlü niye anlatamıyor insanlara? Basını çağırır, maketini kurar, sebeplerini anlatır, izah eder. “Efendim bu böyle olacak. Bundan dolayı Düzce kazanacak.”
Sizin doğrularınız, bizim de doğrularımız olsun Sayın Özlü. Niye sizin doğrularınız sizde, bizim doğrularımız, vatandaşın doğruları bizde kalıyor? Bu toplumda bir sıkıntının özünü söylüyorum: Anlatılamadı. Anlatmadı Faruk Bey veya anlattırmadı etrafındaki şürekâ.
Şimdi bugün bir şeyler paylaşıyorlar. Atı alan Üsküdar’ı geçti. Anlatsan ne olacak? Millet yürümeye başlamış, tartışmaya başlamış. Üç sene, beş sene sonraki akıl insana pek fayda sağlamıyor ama bir anlatılamadı. İki, kim yapıyor işi? Beltaş yapıyor.
Peki Beltaş, orada bir Basmacılar Çarşısı vardı. Hani kuyu balık tutacaktık orada, havuzdu. Makarası vardı bunun, esprisi vardı. Beltaş bu binayı bitirebildi mi? Bitiremedi. Üzeyir Yiğit’le bitiremedi. Geri kaldı. İnsanlar buna inanmadı, güvenmedi, itibar etmedi.
Ama Erkan Bey orada işi ele alınca, esnafla da entegre olunca bina hızlı hızlı yürüdü. “Yok bunun faydası varmış, bunun faydası varmış.” Herkese bir fayda olacak tabii, bu işlerde faydasız olmaz.Bina yükselecek.
TECRÜBEYİ TECRÜBE ETMEYE NE HACET
DÜZCE İŞ DÜNYASI ÜZEYİR’E GÜVENMİYOR
Düzce’nin siyaseti, Düzce’nin riyaseti, Düzce’nin iş dünyası Beltaş’ın genel müdürüne inanmıyor. Bu kadar basit. O sahneye de Beltaş’ın müdürü Üzeyir, Zübeyir neyse o çıkınca iyice tepkilerin odağı oldu.
Peki bu ısrar niye? Beni hiç ilgilendirmiyor ama hani tecrübeyi tecrübe etmeye gerek var mı? Yok. Şimdi öyle bir hâl ki, yani bir adam gelmiş kafasına göre iş yapıyor. Hayır, ben de biliyorum, Faruk Bey’in talimatı olmadan Üzeyir de adım atamaz, atmaz. Ha ismini kullanarak birtakım şeyler yapar ama tartışmanın zaten başladığı noktada güvensiz, güvenilmeyen, inanılmayan bir durum var.
Çünkü tecrübe var. Küçük Sanayi Sitesi’ndeki tecrübe var. Orası allak bullak oldu, ilerlemedi. Basmacılar Çarşısı’nda, buradaki yapıda bir hızlandılar ama insanlar güvenmedi. Her gün insanlardan “efendim olacak, bu olacak” deyince güvenmedi.
DÜZCE KAMUOYUNA ANLATILAMADI, SÜREÇ ALGIDAN YOKSUN
BU ALGIYI ANLATAMAYAN MI ANLAMAYAN MI EKSİK NEREDE?
Ama değişim olunca, Erkan Bey işin başına geçince veya koordinasyonuna geçince, Üzeyir’in eli ayağı çekilince bina yükselmeye, bina yürümeye başladı. E aynı adam burada. Bu da bir tepki. Bir anlatılmıyor. Yani aptal mı bu insanlar? Düzce’nin insanı cahil mi? Bu kadar basit mi?
Anlatılmayacak kadar değersiz mi? İzah edilmeyecek kadar hafif mi? Anlatılmadı. Anlatılmadığı gibi, algı yönetilemediği gibi bir de geldi dangır dungur böyle işler… “Yıkım, kalın.” Dediğiniz zaman işte milleti yürütürsün, yürüyor millet.
Yani aslında muhteşem bir proje. Ben ona inanıyorum ama zaman içinde bu görülecektir. Fakat anlatılmıyor, izah edilmiyor. İl başkanlarının, sivil toplum kuruluşlarının, basının olduğu bir yerde “bak bu projede vardı, biz bu projeyi yaptık, maketi de bu, kazancı da bu, biz bununla beraber buradan elde edeceğimiz gelirle beraber bir anıt bina, bir Anadolu mimarisine, Selçuklu mimarisine, bu milletin asaletine yakışan bir bina yapacağız, bunun finansmanı da buradan sağlayacağız, hiçbir zararımız yok. Ha tek zararımız, binanın oraya yapılması vakti zamanında yapılması” efendime söyleyeyim ama o da bir kayıp değil. Bu binadan daha güzel bir bina, daha güzel bir hizmet doğuyor.
Niye anlatılmadı? Layık değil miydi Düzceliler bunu öğrenmeye, bilmeye? Hakkı yok muydu? Vardı. Ama bu akıl, bu fikir, bu düşünce, bu adamlar, bu kadar büyük bir projeyi yani büyük projeleri küçük adamlarla, hayatta hiçbir baltaya sap olmamış adamlarla böyle harekete geçirirseniz sonuçları bu olur.
Ben buradaki niyetin güzel olduğunu, projenin güzel olduğunu, buradan farklı şekilde siyaset yapmak isteyenlerin olduğunu düşünüyorum. Haklılardır, siyaset yapıyor adamlar. Cumhuriyet Halk Partisi de, İYİ Parti de, Yeniden Refah da.
Bir de orada bir tepki daha var, buradan bunu söyleyeyim. Mehmet Ali Çelik Yeniden Refah’tan seçildi, ondan sonra bağımsız kaldı. Ne olursa olsun, Düzceliler bu insana oy vermiş. Belediye meclisinde irade koymuş.
Bir tane hayatta hiçbir şeye sap olamamış, hiçbir şey olamamış ama Düzce’de çok şey olmuş bir Zübeyir Efendi gelip ona “sen şov mu yapıyorsun” bilmem ne, bunu diyemez ya. Bu hadsizlik. Bunu diyemez.
Bunların da, bu yürüyüşlere veya bu tepkilere bir sebebi var. Tepkiyi oluşturarak, kaosla beraber bu iş olursa böyle olur.
Bir de işin içinde belediye bürokrasisine “sakın imza atmayın” diyen, telkin eden bir yapı daha var.
İşin özü Düzce’ye faydalı mı, zararlı mı? Bence faydalı ama bir: anlatmaya değer bulmadık. İki: bu işi yanlış hesapla doğru sonuca gidilmez hesabı. Düzce iş dünyasında güvenini kaybetmiş.
Orada en büyük hissedar, finansman Hakan Kuşçuoğlu veya oradaki birkaç tane iş insanı niye durdular? Niye para vermediler? Şimdi niye veriyorlar? Üzeyir çıktı sahadan, insanlar sahiplendi.
Neticede şu anda geldiğimiz nokta, Düzce hak etmediği şekilde bir muameleyle karşı karşıya.
SEN ŞEHRÜL EMİNSEN AH OLAN YERE CAMİ YAPILMAZ
Şimdi bir Çilimli’ye gitmemiz lazım. Çilimli’de Pırpır Köyü Camii’nin bir konusu var. Bu camide bir sıkıntı var. Şimdi ben size bunu izah etmeye çalışayım.
Camideki sıkıntı öyle, el avuca gelir bir sıkıntı değil. Pırpır Köyü mahalle oldu. Pırpır Mahallesi oldu. Çilimli Belediye Başkanı da Pırpır’ın damadı. Cami yeri verilmiş. Ergün diye bir arkadaşımız, Ümit Ergün diye bir paylaşım yapmış burada. Diyor ki, arkadaşlarımız bunu haberleştirecek. Dernek yöneticisi bunlara diyor ki: “600 bin lira mirasçılara dernek kasasından para aldık. Biz de bu arsayı kaça satarsanız satın, geri kalanı parayı isteriz. 1.1 milyona arsa satılmış, geri kalan para yok.” Valiliğe şikayet ettik diyor dernek yönetimini. Cami dernek yöneticisi avukata sormuş. “Yazılı bir şey yok. İspat edemezler.” “Hissemize düşen para geçen yıl 125 bin lira Köyün camisinin ruhsat parasını bile bizim parayla ödemişler haram olsun” diyor.
Hoppala. Şimdi bir cami, ibadethane yapıyorsun. Ya burada bir hak varsa, burada bir hak yeniyorsa, burayaz ibadethane yapılır mı? Şimdi bu Çilimli Belediye Başkanı Yılmaz Yıldız, yanında bir tane Osman Bey diye bir üniversiteden bir danışmanı, bir de Kaymakam Bey. Bu kahvelerde, kafelerde her akşam fik fik gezeceğinize, şuradaki adaletsizliği giderin. Şehrüleminsin sen ey Yılmaz Yıldız. Hem de senin eşinin köyünün camisi. Adam diyor ki “haram olsun” diyor. “Bu camide bizim hakkımız var” diyor. Arkadaş, böyle bir cami yapılabilir mi buraya? Buradaki adalet çözülmeden dernek yöneticileri her kimse, valiliğe de şikayet etmişler, avukat.
Peki alime sorsaydınız, fetvaya sorsaydınız. Siz buraya kendi mülkünüzü bile yapamazken, ah olan yere cami mi yapılır ? Haksızlık yapılan yere cami mi yapılır? Hangi vicdanda, hangi dinde, hangi imanda var bu? Dört kitapta yeri yok bunun.
Şehrül Emin var ya, köyün damadı. Çok düzgün adam ya. Vahiyle gelmiş gibi Çilimli Belediye Başkanı. Çilimli Belediye Başkanı Yılmaz Yıldız, bu ahı buradan kaldırman lazım. Bir şey paylaşılmış burada. Sana bu desteği kim veriyor, nereden alıyorsun bilmiyorum ama buradaki bu ahı kaldırman lazım. Hani Milli Eğitim’de kızını oraya yerleştirdin, bunun hakkını yedin. O iki kişinin hakkı. Ama bu cami, millet burada ibadet edecek.
İL MÜFTÜSÜ OSMAN AYDIN’A SORUYORUZ: FETVANIZ NEDİR?
Arkadaşlarımız bunu zaten haberleştirecekler. Detayını oradan görürsünüz. Ama bu adil bir şey değil. Bu cami ile ilgili vatandaş da paylaşmış Ümit Ergün, bu camiyle ilgili fetvayı avukattan almayın, Müftüye sorun. Çilimli müftüsüne sorun. Bu hakka reva mı? Ben buradan Düzce müftüsüne de soruyorum. Sayın Osman Aydın, böyle bir serzeniş var. Çilimli’de vatandaş arsasını bağışlamış camiye, ah ediyor. Bu camide namaz kılınır mı kılınmaz mı? Bu inşaat yapılır mı yapılmaz mı? Düzce müftüsü buradan izah etsin. Böyle bir şey yok. Bana göre, ben din adamı değilim ama benim aklıma göre, benim imanıma göre, benim inandığım Kur’an’a göre bu cami burada yapılamaz. Bu adamlarla helalleşmeden bu cami burada yapılamaz. Kim yapıyorsa da Allah ona bildiği gibi yapar. Ama müftüm Osman Bey, bu konuyla ilgili sizden açıklama bekliyoruz. Pazartesi, Salı, Çarşamba ne zaman olursa, olmazsa biz bir caminin dibine gideceğiz. Oraya gideceğiz insanları dinleyeceğiz.
Ah olan, hak olan, hürmet olan yere helalleşmeden cami de yapılmaz, ev de yapılmaz, iş de yapılmaz. Allah’ın rahmeti, laneti iner oraya. Belediye başkanı, akşamları kafelerde fik fiki bırak. Bak burada bir hassasiyet var, bir dert var. Şehrül eminsin, hakkıyla hareket et.
Benden çok şey bekliyordunuz FETÖ konusunda. Ben hadiseyi şundan bağlamak istiyorum. Camiden başladık, imamla bitirelim. Şimdi bir imamı bir köye göndermişler. İmam gitmiş, bir ezanı okumuş. Kimse gelmiyor camiye. Bir gitmiş, millet kahvede oyun oynuyor. “Ya arkadaşlar,” demiş, “çağırdım, niye gelmediniz?” “Ya hocam,” demişler, “şimdi birçok telaşesi var.” “Abdest al,” ya demiş, “elinizi yıkayın gelin.” “olur mu hocam?” demişler. Hoca “olur.” Demiş. Hoca bir “Allahu ekber” demiş, millet elini yıkıyor, abdest aldım diye camiye geliyor. “Ya elinize suyu bulaştırdınız, kolunuzu yıkayın, kulağınızı yıkayın” falan derken hoca yavaş yavaş alıştırmış. En son demişler ki “Hoca bir dakika, sen bizi bu ayaklara kadar getireceksin. Biz demişler, daha ileriye bir abdest dersen camiye gelmeyiz.” Demişler “böyle idare edin.”
Tabii fitne boş durmaz ya. Oraya hemen bir imam için bir şikayet olmuş. “İşte dini değiştirdi, abdesti değiştirdi” falan. Bu imamı almışlar, başka yere göndermişler. Buraya yeni bir imam göndermişler. İmam gelmiş, “Allahu ekber.” Patır kütür, cami dolmuş. Abi selam verecek, bir ayak kokusu camide dikkatini çekmiş imamın. Bir bakmış abdest alma şekillerine. “Ya,” demiş, “böyle abdest olur mu?” “Vallahi,” demişler, “hoca bize böyle öğretti. Biz böyle kılıyoruz namazı. Biz,” demişler, “daha ileriye gidemeyiz, yoksa gelmeyiz.” Hemen giden imama mektup yazmış Mevcut imam, işte yazmış yazmış, işte iman, Kur’an, nizam, neyse, abdest, usul, kaide. Buradan gönderilen imam bunu okumuş, okumuş, okumuş, altına bir satır yazmış: “Ben ayaklara kadar getirdim, gerisini sen hallet, işine bak” demiş. Biz ayaklara kadar getirdik, gerisini halledenler halletsin.
Hoşça kalın, dostça kalın. Allah’a emanet olun.