Koranavirüs bulaşıcılığının ve belli yaş grubu ile ek hastalıkları olanlarda ölümcül etkisinin yüksek olmasına dikkat çekerek açıklamasına başlayan Prof. Dr Özçetin, bu durumun hastalık konusunda farklı duyarlılıklara ve riskli farklı tutumlara yol açtığını ifade etti. Öğretim Üyesi Özçetin, “Özellikle sağlıklı çocuk, genç ve erişkinlerde “bizde hastalık yok, bize bir şey olmaz” düşüncesi hakim olmakta ve bu gruptaki bireylerin büyük bir kısmı kontrolsüz ve rahat bir şekilde yaşamı sürdürmek istemektedir. Daha yaşlı ve ek hastalıkları olan bireyler ise çok daha endişeli olup korkuyla davranma eğilimi içinde olmaktadırlar. Bireylerin bu zıt tutumları hastalığın bulaşma riskini çok daha fazla arttırmaktadır. Elbette bazı bireylerin de mevcut durumu öğrenip anlayarak oldukça sorumlu davrandıklarını da biliyoruz.” dedi.

“Bu salgının sona ermesinden sonra temel insani özellikler kalıcı hale gelecek”

Koronavirüs pandemisi ile birlikte uygulanan “sosyal mesafe” kavramının insanları fiziksel olarak uzak durmasının etkilerine değinen Prof. Dr. Özçetin, “İnsanlar sosyal varlıklar olduğundan birbirine ne kadar ihtiyaçları olduğunun, birine dokunmanın; eşine/çocuğuna/arkadaşına/yakınına sarılmanın ne kadar temel insani ihtiyaç olduğunu daha iyi anlamaya başladılar sanıyorum. Bu salgının sona ermesinden sonra da insanlığın oldukça önemli bir kısmında bu temel insani özellikler kalıcı hale gelecek ve insanlar mutluluğun sadece ekonomik anlamda bir şeylere sahip olmak değil, bireyin kendisine yakın olan, kendisini seven, iletişim kurabildiği, özlediği, kavuştuğu, dokunduğu, sarıldığı diğer insanların varlığı ile ilişkili olduğunu daha çok fark edeceklerdir.” şeklinde konuştu.

Saplantı-zorlantı bozukluğu hastalıkları şiddetlenebilir

Bu tür salgınların kişilik yapılarına göre farklı etkiler oluşturabileceğini dile getiren Prof. Dr. Özçetin, kaygılı insanların endişelerinin artması sonucu panik bozukluklar, anksiyete bozuklukları, uzun süre yalnız, kimsesiz kalma sonucu çeşitli derecelerde depresyonlar, güvenlikli ve sağlıklı yaşam hakkını kaybettiğini düşünenlerde hastalık hastalığı (hipokondriazis), özellikle bir tanıdığı ya da yakınını kaybedenlerde yas tepkileri gelişebileceğini bildirdi. Öğretim Üyesi, ayrıca saplantı-zorlantı bozukluğu olanların önemli bir kısmının aşırı titiz, düzenli, kontrolcü özelliklerinin koruyucu olduğunu düşünerek başladıkları ve sürdürdükleri tedavilerinden vazgeçebileceği ve bu tür hastalıkların şiddetlenebileceğini de sözlerine ekledi.

Bu salgınla birlikte insanların endişe ve kaygılarının oldukça arttığını belirten Prof. Dr. Özçetin,  kaygısı artan insanların hastalık bulaşacağı korkusu nedeniyle hastane ortamına gelmekten çekindiğini ve mümkün olduğunca telefon üzerinden sorunlarına çare talebinde bulunmaya çalıştığını kaydetti.

“Bu salgın aynı zamanda biyolojik zeminden kaynak alan psikolojik bir savaş”

Yaşamı tehdit eden, yaşam kalitesini düşüren her şeyin birey için var olma kaygısını arttıracağına işaret eden Prof. Dr. Özçetin, bu salgının da aynı zamanda biyolojik zeminden kaynak alan psikolojik bir savaş olduğunu ifade etti. Öğretim Üyesi, “Tüm canlılarda olduğu gibi insanlık için de en temelde canlılığı koruma ve yaşamı sürdürme motivasyonu vardır. Çünkü herkesin bildiği gerçek yaşamayan biri için Dünya’nın bir önemi ve anlamı yoktur. İnsanlar için varlığa tehdit oluşturan her durum psikolojik savaş alanıdır.” dedi.

Yaşam koşullarına karşı verilen her yanıtın bağışıklık ve direnci doğrudan etkileyeceğini belirten Prof. Dr. Özçetin, “Nasıl bir durum ya da sorunla karşılaştığımız hakkında yeterli ve doğru bilgiye sahip isek vücudumuzun vereceği tepki de özellikle endişe ve korkunun hakim olmaması nedeniyle daha gerçekçi olacak ve gücümüzü arttıracaktır. Yanlış, eksik ve yetersiz bilgi sonucu endişe ve korkumuzun aşırı olması gerçeğin ötesinde aşırı, hemen olacak ölümcül tehlike algılamamıza sebep olur. Böyle bir durumda vücudumuzun vereceği tepkiler tüm hormonal sistemleri devreye sokarak kendimize de zarar verecek biçimde olacaktır.  Özetle diyebiliriz ki; tehdit ya da tehlikeyi nasıl algılarsak duygu ve düşünceler öncülüğünde tepkimiz ve dolayısı ile direnç ve bağışıklığımız da değişecektir.” diye konuştu.

 “Gerçekleri kabullenip uygun önlemlerle yaşamak süreç içinde bizi rahatlatmaya başlatacaktır”

Salgın sürecinde yanlış ve yetersiz bilgilerden uzak durarak doğru ve gerçekçi bilgilere önem vermek gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Özçetin, bilim insanlarının önerileri ve yönlendirmelerine uygun davranılmasının önemine vurgu yaptı.  Özçetin, açıklamasını; “Virüs ve salgın hakkında neredeyse hiç bilgisi ve fikri olmayan kişilerin ya da bilmiyorsak kendimizin geliştirdiği düşüncelerle hareket etmemek, hayali senaryolara kaymamak gerekir. Bilinmezlik ve belirsizlik her zaman kaygı ve stresi arttırır. Bundan dolayı hoşumuza gitmese, bizi korkutsa da gerçekleri kabullenip ona göre uygun önlemlerle yaşamak süreç içinde bizi rahatlatmaya başlatacaktır.” şeklinde sonlandırdı.