Hani derler ya ‘Kendi başını bağlayamayan gelin başı bağlarmış’ diye.

Düzce’yi irade ve idare bağlamında en isabetli izah eden ifade bu olsa gerek.

Havamı kirli, suyumuz yetersiz…

Bu sorun, bugünün sorunu değil. Geçmişten günümüze intikal eden bir dert.

Çözüm var mı?

- Şimdilik yok.

Çözüme yönelik ne var?

- Görüşmeler sürüyor, çalışmalar başladı..

Kendini yönetemeyenler kentini nasıl yönetecek…

Dedik ya idare etmek kolay, yönetmek zordur diye…

Makama, mevkiye, etkiye gelenlerin gözü görmez, kulağı duymaz hale geliyor.

‘Bana bir şey olmaz arkamda reis var’ diyenlere: Hikmet Keskin, Celal Erbay, Yaşar Yakış, Metin Büyük, İbrahim Korkmaz, Osman Çakır nerede?

Kendinize dikkat edin, bugünkü koltuğunuza, gücünüze güvenmeyin, çarklar işlemeye başladı.

‘Terazisi tezekten olanın dirhemi necasetten olurmuş.’

İlimizde iki çeşit bürokrat var; işini yapanlar bir de yapılan işi sosyal medyadan paylaşanlar.

Paylaşanların en büyük özelliği iktidara yakın icraat ve çalışmaları paylaşıp mesaiye başlarlar.

Siyasete gelince… Orası tam bir muamma.

Cumhur ittifakının tarafından bakarsanız; etliye sütlüye bakmadan yiyip içmek, suya sabuna dokunmadan elini yıkayıp sofradan kalkmak.

Gümüşova Belediye Başkanı Muharrem Tozan. Siyasi ve bürokratik kıskaca alınmış vaziyette. MHP’li belediye başkanının bu halini Milletvekili Ümit Yılmaz, Nasrettin Hoca’nın ıslıkla merkep araması misali ne duydu ne dinledi ne de çözüm üretti. Mecliste konuşmak için konuşan, sahada değil tribünlere ayar vermekten bir arpa boyu yol alamadı. Akçakoca’daki beton santralinden, Düzce içindeki üst geçidi gereksiz sebepsiz şekilde meclis kürsüsünde diline doladı.

Doladı da ne oldu?

- Hiç bir şey olmadı. Ne olması gerekiyorsa o oldu.

İlhami Caboğlu desen ne istediğini ne istemediğini bilmeden bilinmeze doğru gidip durur.

Son olarak kongrede davet ettiği Kaynaşlı Belediye Başkanı Birol Şahin’i salondan kovacak kadar ne yaptığını bilemeyen bir hal içinde halleniyor.

Ak Parti İl Başkanı Mustafa Keskin’e gelince.

Ara dönemde il başkanlığına gelmiş, akçeli işlerinin olmadığını bildiğimiz, sanayide akü satıp rızkını kazanmaya çalışan bir siyasetçi.

Ama parti yönetimini toparlayamayan ihtilafları yaşayan rotasını kaybetmiş rüzgarda savrulan bir gemi misali gidiyor.

Yönetim kurulunun yarısını toplantıya dahil edemedikten sonra kime neyi anlatacak merak ediyoruz.

Hikmet Keskin bile en kötü haliyle yönetimini toplar görüntü verirdi. Özellikle o günlerde eleştirilen ‘Cenaze ekibi’ her cenazeye gider, parti adına başsağlığı dilerdi.

Şimdi Hikmet Keskin’in tüm ekibi Mustafa Keskin tarafından dışlandı, partiye delege değil girmeleri bile kusurlu hale geldi. Bunlar yaklaşık otuz kişi.

Mustafa Keskin’in şimdiki kendi yönetiminden Dişçi Ersin ve Murat Saydam hariç kimse ortada, sahada yok. Hele ki Hikmet’in ekibi ile Mustafa’nın ekibi partinin son on yıllık vitrini ise bu vitrin darmadağın oldu gitti.

Mustafa Keskin bu tablo ile kime ne anlatacak? Bürokrasiye mi söz dinletecek siyasete mi? Bu ihtilaf, bu bu ikircilik, bu dağılmışlık varken iktidar olup muktedir olamamanın Nirvana’sını görüyoruz.

AK Parti milletvekillerine gelince.

Ayşe Keşir hanım sahada ve halkla iç içe. Ama ne yaptığını anlaşılıyor ne de yaptıkları kamuoyuna yansıyor.

Fahri Çakır abi rolünde. Varlığı yokluğu belli olmayan bir çizgide siyasetini yapıyor.

Hani bir söz var ya. ‘Yük başkasının, at başkasının.’

Bürokrasi bildiği gibi işine gelince insiyatif kullanıyor; İşine gelmezse parti teşkilatının tasarrufunu istiyor.

Siyaset işine gelirse, çözüm buluyor işine gelmezse bürokrasiyi öne sürüyor.

Bindirmişler vatandaşı otobüse. Gez babam gez. Ne bindiğin durağa gelebiliyorsun ne de ineceğin durağı bulabiliyorsun.

Olmaz diye bir şey yok, olan bir şey de yok.

Halka, esnafa uygulama yapanların tuzu kuru. Maaşlar alınıyor. İmkanlardan kısıtlama yok. Ne halkın ne de esnafın sahibi yok. Sahip olanlar da milyonluk arabalarda fink atıyor.

Düzce büyük bir kasaba halinden il konumuna bu anlayışla geçemez.

Geçse de biz onları görmeyiz.

Bir şehre şehir diyebilmek için: Çeşme’lerinden akan suların içildiği ve sabaha kadar Işık’larının sönmediği ayrıca kafe ve restaurantlarında sanat ve siyasetin konuşulduğu, hoş nidaların atıldığını görmek ve sokaklarının mis gibi koktuğu tüm nebat ve hayvanatın zorunlu yaşamsal ihtiyaçlarını özgür ve kolayca karşılayabilmesi lazım gelir.

Bir okurum iki mısra göndermiş. Sizinle paylaşmak istedim.

Düzce, Türkiye’nin küçültülmüş bir şehrisin,

Sende ne cevher varmış alem ne bilsin,

Allı pullu bir dairede müdür bile değilsin,

Tatar ağası gibi öyle dolaşma yaya,

El oğluna baksana ne ar kalmış ne haya,

Sen de bulup bir dayı hemen arkanı daya,

O ne derse ‘hıı’ deyip hemen başını salla,

Gerdan kır belini bük her ay al maaşını…

Kalın sağlıcakla…