Sudan Arap Baharı sürecinden önce ikiye bölünmüş Güney Sudan, Sudandan ayrılmıştı. Ardından ülkede çıkan iç karışıklar sonucunda Ömer el-Beşir devlet başkanlığı görevini bırakmasına rağmen ülkede ki iç karışıklıklar günümüze kadar bir türlü durulmadı. Sudan bir başka bölünmenin eşiğine mi geldi? Bu süreç nasıl sonlanacak bölgesel ve küresel aktörler kimi destekliyor?
Son bir haftadır Doğu Afrika’nın önemli ülkelerinden biri olan Sudan iyice karışmış durumda. Bölgeden gelen haberlere göre son 3 günde en az 2000 kişinin HDK milisleri tarafından öldürüldüğü, on binlerce kişinin zorla yerlerinden edildiği, hastanelere, kamu binalarına saldırıların, sistematik yağmalama, işgal, kundaklama, tecavüz gibi ciddi insan hakları ihlallerinin olduğu yönünde.

Çatışmanın Arka Planı
Sudan’daki savaş, “iki general arasındaki iktidar mücadelesi” şeklindeki dar bir bakış açısıyla değerlendirilmeyecek kadar derin olayların günümüze yansımasından başka bir şey değil. Bu sebeple, 15 Nisan 2023’te Sudan’da başlayan olaylar içerisinde birçok parametreyi barındırmaktadır. Olayı kolaycı bir okumayla sadece dış güçlere bağlamak kökenleri tarihin derinlerine uzanan Sudan’daki krizin doğru anlaşılmasının önündeki en büyük engeldir. Nitekim etnik, dini ve ekonomik faktörlerin iç içe geçmesiyle şekillenen Sudandaki kriz, kolonyal dönemin mirası, güç boşluğu ve kaynakların adaletsiz dağılımı gibi nedenlerle kalıcı hale gelirken tarihî bölgesel gerilimler, modern jeopolitik çıkar çatışmaları, ekonomik kaynak mücadelesi gibi bileşenleri içermektedir.
Özetleyecek olursak, “Sudan’da fitilini ekonomik krizin ateşlediği, ABD öncülüğündeki Batılı ittifakın ve Körfez ülkelerinin kışkırttığı, uluslararası bir oyunun parçası olarak sergilenen bir iç savaş yaşanıyor diyebiliriz”. Bu yönüyle küresel ve bölgesel aktörlerin ülkenin yarınına dair belirsiz ve değişken politikaları ile yönetici elitlerle kurdukları farklı düzeydeki ilişkiler, Sudan’daki krizin bugünkü haline ulaşmasında başat rol oynayan faktörler arasında yer alıyor.
Arap dünyasında 2011’de başlayan halk ayaklanmalarının Sudan’a sıçramasının ardından ülke çapındaki protestoların bastırılmasında önemli bir rol oynayan Hamideti’ye bağlı birliklerin Beşir tarafından desteklenmesi Sudan’da bir bakıma alternatif bir ordu yapılanmasının başlangıcını meydana getirirken, ülkedeki kurumsal yapının sarsılmasına ve yeni iktidar mücadelesi alanlarının oluşmasına da kapı araladı. 1956’de bağımsızlığını ilan eden Sudan bu tarihten itibaren, iktidar mücadelesinin adeta bir “rutin” haline geldiği bir ülke olarak 1989 yılındaki el Beşir darbesine değin kimi zaman başarılı kimi zaman sonuç vermeyen 9 askeri darbeye şahitlik etti.
Mevcut duruma gelene kadar geçen süreçte ekonomik ve sosyal sorunlardan kaynaklı protestoların büyümesiyle, Sudan askeri eliti Ömer el-Beşir’in iktidarına son vermiş, Hızlı Destek Kuvvetleri ve General Hamideti de söz konusu darbeye destek vermişti. Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin başında bulunan General Abdulfettah el-Burhan öncülüğünde 2021’de gerçekleşen askeri müdahale sonrası güç paylaşımı, daha da önemlisi, Hızlı Destek Kuvvetleri’nin Sudan Silahlı Kuvvetlerine eklemlenmesi kritik anlaşmazlık alanı halini almıştı. Zira, Hızlı Destek Kuvvetlerinin, Darfur’da siyasi-askeri ajandayı yürütmesi, altın madenlerine erişimi, daha da önemlisi Libya’da ve Yemen’de yaşanan çatışmalara doğrudan milis desteği vermesi ile bağımsız bir ajanda izleme eğiliminde olması Hartum’u rahatsız etmişti. Hamideti’nin HDK’den aldığı güçle devlet başkanı edasıyla hareket etmesi ve Burhan’dan bağımsız olarak Körfez ya da bazı Afrika ülkelerine düzenlediği ziyaretler, ikili arasındaki gerilimi iyice tırmandırmıştır.
Cancavidler Kim? Nasıl Ortaya Çıktılar?
Sudan’ın geçmişten günümüze siyasi tarihi incelendiğinde hiç şüphesiz göze çarpan ana konulardan biri Darfur sorunu ve Cancavid paramiliterleri gelmektedir. Cancavidler, Darfur’da yaşayan, genellikle hayvancılıkla uğraşan Arap kabileleri üyelerinden meydana gelmiş silahlı milislerdir. Tarihsel açıdan Cancavidler, Darfur Bölgesinde yol kesme, şehir dışındaki ticaret kervanlarını gasp etme, tarım ve hayvancılıkla uğraşan halkın mallarını yağmalama suçlarını işleyen silahlı gruplar olarak tanımlanmaktadır.
Etimolojik olarak Cancavid, "Cin" ve at anlamına gelen "Cuvad" kelimelerinin terkibiyle, zaman içinde Cancavid olarak telaffuz edilen bu yapıyı yerel halk acımasızlıkları ve katliam niteliğindeki cinayetleri dolayısıyla “Atlı Cinler” anlamına gelen “Cancavidler” kelimesiyle isimlendirmiştir. Son günlerde Sudandan gelen katliam ve vahşet görüntüleri halkın bu grupları ne kadar doğru bir şekilde isimlendirdiğinin kanıtı olsa gerek.
2000’li yıllarda Afrika ülkelerinde birçok terör örgütü ortaya çıktı. Sayıları artan bu örgütler ülke güvenliklerini tehlikeye atmaya başladı. Sınırlı imkânlarla donatılmış düzenli orduların bu yeni terör odaklarıyla başa çıkması mümkün değildir. Bu yeni durum birçok devleti yerel halktan eli silah tutan gençleri bir tür alaylı asker de denebilecek paramiliter birlikler halinde en ufak bir süreçten geçirmeden yaşanan çatışma alanlarına sürmesine neden oldu. Bu anlamda Sudan en özel örneklerden biri olarak görülebilir.
Cancavidleri bir arada tutan olgulara gelince bu gruplar geçimlerini sadece yağmalama ve gasp ile sağlayan gruplardır. Senelerce çobanlık yapan, bedevi dediğimiz kültürsüz ve çok az dini bilgiye sahip olan, Sudan, Nijer, Çad ve Orta Afrika bölgelerine dağılmış bu grupların etrafında toplandığı olguların da maddi imkanlardan başka bir şey olmaması gayet tabii bir sonuç olacaktır. Bir bakıma Cancavid kavramı, Sudan iktidarının kültür çeşitliliğini gerektiği gibi idare edememesinin bölgedeki tezahürüdür gibi gözüküyor.
Cancavidler’in Sudan’daki siyasi konumu, Devlet içinde devlet gibidir. Halihazırda gelinen noktada Cancavidler başka ülkelerle ittifak anlaşmaları imzalıyor, Sudan Ordusu’ndan izin almaksızın gençleri silahlandırıyor hatta orduyla herhangi bir koordinasyona ihtiyaç duymadan milislerini Sudan dışı bölgelere, paralı asker olarak savaşmak üzere gönderilebiliyor. Eski adıyla Cancavidler yeni adıyla Hızlı Destek Kuvvetleri milis değil aksine düzenli kuvvetler oldukları hususunda ısrar etmekte ve “Cancavidler” olarak tanımlanmayı halihazırda reddetmektedirler.
Uzun süre ABD’nin uyguladığı ambargolara maruz kalan Sudanın birçok bölgesinde zengin altın madenleri ve ciddi petrol yataklarına sahip olduğu anlaşıldı. Bu gelişmeler özellikle Darfur’daki direniş hareketlerini tetiklemiş ve bunlar merkezi hükümetin yatıştırabileceği gibi değildi. İşte tam burada Sudanlı yetkililer bunların önlerini bir an evvel almak için 2013 yılında merkezi hükümete karşı her türlü yapılanmayı bastırmak üzere Cancavid isimli göçebe Arap topluluğundan daha etkili şekilde yararlanmak istedi. Kolay bir çözüm olarak kurulan bu özel birliklerin zaman içinde faydadan çok zarar vereceğini o dönemde kimsen anlayamadı. Başına da o döneme kadar atalarının geçim kaynağı olan deve tüccarlığı ile olan sonraları Hamideti kısa adıyla bilinen 1973 doğumlu Muhammed Hamdan Dagalo getirildi.
Ömer el-Beşir yönetiminin verdiği imkânlar sayesinde artık Darfur ve Kordofan dâhil her tarafta direnişe kalkışanlara korkudan başka bir şey yaşatmayan bir kimliğe büründü. Hamideti, 1990lerde, diğer aşiret milisleriyle rekabet eden kendi aşiret milislerini kurmasını sağlayan bu çalışmadan büyük bir servet kazandı ve Cebel Amer’de altın bulunduğunda, milisleri madenlerinin kontrolünü ele geçirdi. Arap dünyasında 2011’de başlayan halk ayaklanmalarının Sudan’a sıçramasının ardından ülke çapındaki protestoların bastırılmasında önemli bir rol oynayan Hamideti’ye bağlı birlikler, Beşir tarafından ödüllendirilerek kendisine bağlı bir milis yapılanmaya dönüştürüldü. HDK’nin oluşturulmasıyla Sudan’da bir bakıma alternatif bir ordu yapılanmasının teşekkülü, ülkedeki kurumsal yapının sarsılması ve yeni iktidar mücadelesi alanlarının oluşmasına kapı araladı. Muhaliflere karşı bir güç olarak kurulan HDK zaman içinde Beşir’i devrilmesinde rol oynayan bir yapıya evirilerek Sudan’daki elitleri arası iktidar mücadelesinin bir parçası haline geldi. Özellikle 2013 sonrası süreçte devrik başkan el Beşir’in “oğlum” veya “himayemdedir” şeklinde kendisinden övgüyle bahsettiği Hamideti’nin, 2025 yılından itibaren Darfur merkezli “ayrı bir devlet tesis” etme noktasına geldi. Cancavdiler’in lideri olan Muhammed Hamdan Dagalo ise, Ömer El-Beşir’in devrilmesinden bu yana gerek silah gücü gerek maddi imkânlarını kullanarak Sudan’ın yeni başkanı olmak için elinden geleni yapıyor.
Sudan Olaylarının Nedeni ALTIN’mı?
Sudan’daki iç savaşın perde arkasında altın, yani ekonomik çıkar mücadelesi, en az ideolojik ve siyasi faktörler kadar belirleyici bir unsurdur. Bunun nedeni Sudan, Gana ve Güney Afrika’dan sonra Afrika’nın üçüncü büyük altın üreticisidir. Ülkedeki altın rezervlerinin 1.500 tonun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. Altın, Sudan ekonomisinin %40’ını ve ihracat gelirlerinin %80’ini oluşturuyor. Dolayısıyla altın, devlet gelirlerinin ve silahlı grupların finansmanının ana kaynağı hâline gelmiş durumda. Sudan’da altın ocağı sayısı 76 bine çıkmıştır 2017 yılı itibariyle Sudan’ın altın üretimi 105 tona ulaşmıştır. Afrika’nın ikinci, dünyanın dokuzuncu büyük altın üreticisi konumuna yükselmiştir.
Darfur bölgesindeki Altın madenlerini kontrol eden Muhammed Hamediti Jebel Amer gibi bölgelerdeki madenlerden yılda yüz milyonlarca dolar gelir elde ediyor. Bu gelirle silah satın alıyor, asker maaşlarını ödüyor ve dış bağlantılarını finanse ediyor. Sudan iç savaşının görünmeyen yakıtı olan Altın, HDK için finansal güç ve uluslararası bağlantı aracıdır.
BAE Sudan’ı Bölmek mi İstiyor? Küresel ve Bölgesel Aktörlerin Politikaları
Genellikle Körfez ülkeleri, eski devlet başkanı Ömer el-Beşir’in 2019 yılında devrilmesinden bu yana Sudan’a siyasi olarak çok müdahaleci davranıyorlar. Sudan’daki çıkarları, bu ülkenin sahip olduğu tarım ve hayvancılık potansiyeli için, buğdayı, hayvan yemi ve yonca üretmek için geniş araziler satın aldılar veya kiraladılar. BAE, Sudan’da sahip olduğu araziler 2.800 k2’yi buldu. Ayrıca 2022 yılında Birleşik Arap Emirlikleri, Sudan’ın Kızıldeniz sahilinde yeni bir liman inşa etmeyi içeren 6 milyar dolarlık bir yatırımı onayladı.
BAE’nın resmi olarak doğrudan Sudanı bölelim gibi bir beyanı olmasa da BAE’nin Sudan’daki politikası, ekonomik ve askerî çıkarlarını koruma amaçlı olsa da, Sudan’ın parçalanması riskini büyüten bir yapıda ilerliyor. Ortaya çıkan tabloda HDK’nın güçlenmesi Darfur’un fiilen ayrı yönetilmesi, BAE destekli ticaret ağları (yerel savaş ekonomilerinin kalıcılaşması) Kızıldeniz ve batı bölgelerindeki ayrı yönetim girişimleri defacto bir parçalanma demek. BAE doğrudan “Sudan’ı parçalayalım” demese de fiili etki, uyguladığı vekâlet stratejisi, savaşın seyrini etkiliyor ve Sudan’ın toprak bütünlüğünü zayıflatarak fiilen parçalanmayı kolaylaştırıyor. sonuç olarak Sudan fiilen birkaç bölgesel yönetimden oluşan bir ülkeye dönüşebilir gözüküyor. Eğer bir aktör belirli grupları silahlandırır/finanse ederse, bu pratikte devletin parçalanmasını hızlandırabilir veya yerel ayrılıkçı dinamikleri güçlendirebilir.
BAE, Sudan’da özellikle şu üç konuda nüfuz elde etmek istiyor: 1) Altın ticareti ve doğal kaynaklar; HDK kontrolündeki Darfur ve Batı Sudan altın rezervleri açısından zengin bir bölge ve buradan çıkan altın BAE üzerinden ihraç ediliyor. 2) Kızıldeniz kıyısındaki liman projeleri; BAE, Sudan’ın doğusunda lojistik üsler ve tarım yatırımlarıyla Kızıldeniz’de stratejik bir hat kurmaya çalışıyor. 3) Askerî nüfuz; BAE, Sudan’ı Afrika Boynuzu’nda (Somali, Eritre, Etiyopya hattı) bir tampon veya çıkar alanı olarak görüyor. Bu hedefler göz önüne alındığında tek ve güçlü merkezî Sudan yerine, bölgesel özerkliklere dayalı zayıf bir Sudan modelinden BAE daha fazla fayda sağlıyor. BAE şirketlerinin Kızıldeniz’e doğrudan erişimini sağlıyor; parçalanmış, merkezî otoritenin zayıf olduğu bir Sudan’da yerel aktörlerle ayrı anlaşmalar yapmak daha kolay.
Bu nedenle BAE, iç savaşın iki ana tarafından biri olan: HDK milislerini ve Muhammed Hamideti’yi destekliyor. Son günlerde Sudan halkı başta olmak üzere Arap toplumları tarafından Sudanı parçalamakla itham edilen BAE’ye karşı boykot çağrılarının yapılması bu fikirleri doğrular nitelikte. BAE reddetmekle birlikte Sudan yönetimi ve bazı BM/uzman raporları, BAE’nin Hızlı Destek Kuvvetleri gibi paramiliterlere silah ve lojistik sağladığını iddia etti; Bu iddiaları içeren haber ve raporlar yayımlandı. İnsan hakları örgütleri ve araştırmalar (Amnesty vb.) ele geçirilen gelişmiş silahların BAE üzerinden geldiğini belgelediğini söyledi. Sudan, bu iddialardan dolayı BAE’yi Uluslararası Adalet Divanı’na taşıdı. Bu da BAE-Sudan geriliminin yüksek olduğunu gösteriyor.
Mısır, Sudan’ın komşusu olarak güney sınır güvenliği, Nil nehri üzerindeki çıkarları ve bölgesel istikrar açısından merkezi Sudan ordusunu desteklemekte görünmektedir. Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin gerek eğitiminde gerekse stratejik kültüründe ciddi bir Mısır Arap Silahlı Kuvvetleri etkisi olduğu bilinmektedir. Mısır Sudanın parçalanmasını ve istikrarsızlığını ulusal güvenlik tehdidi olarak algılamakta resmî olarak askeri destek sağladığını kabul etmese de, lojistik, istihbarat ve askeri bağlar yönünden SAF ile yakın ilişki içinde olduğu bilinmektedir.
Türkiye Sudanda Ne Yapabilir
Faşir kentinin düşmesinin ardından Orgeneral el-Burhanın Türk Büyükelçisi ve beraberindeki heyetle görüşmesi aslında birçok mesaj içeren bir fotoğraf. Bilindiği gibi Türkiye’nin Afrika Açılımı konusu, özellikle 2000’lerden itibaren Türk dış politikasının en dikkat çekici dönüşümlerinden biridir. 2000’lerden itibaren Ankara, Afrika’yı hem ekonomik fırsat alanı hem de küresel diplomaside yeni bir güç havzası olarak değerlendirmiştir. Türkiye’nin Afrika’daki büyükelçilik sayısı 2002’de 12 iken, 2025 itibarıyla 44’e ulaşmıştır. Türkiye, Somali, Sudan, Nijer, Etiyopya gibi ülkelerde yüksek düzeyli diplomatik görünürlük kazanmıştır. 2003’te 5 milyar dolar civarında olan Afrika ile ticaret hacmi, 2024 itibarıyla yaklaşık 40 milyar dolara ulaşmıştır. Türk savunma sanayii ürünleri (Bayraktar TB2, Kirpi, vb.) birçok Afrika ülkesine ihraç edilmektedir. Türkiye’nin Afrika’daki yükselişi, Fransa, ABD, Çin ve Rusya gibi aktörlerin dikkatini çekmiştir. Özellikle Sahel bölgesinde Fransa’nın nüfuzunun azalması, Türkiye’ye yeni bir alan açmıştır.
Türkiye dışişleri kaynaklarına göre, Sudan’ın egemenliği, toprak bütünlüğü ve ulusal birliği konusunda net bir tutum sergiliyor. Türkiye, resmî olarak taraflardan birini açıkça destekleme yerine barışçıl çözüm, arabuluculuk ve diplomasi üzerinden hareket ediyor. Birçok kaynak Türkiye’nin askerî ve savunma sanayii desteğini, özellikle Sudan Silahlı Kuvvetleri (SAF) lehine gerçekleştirdiğini belirtiyor. Türkiye menşeli askeri teçhizat ve insansız hava araçları (İHA) gibi sistemlerin SAF tarafından kullanıldığına dair raporlar vardır.
Sonuç
Kontrolsüz ve donanımlı yaklaşık yüz bin kişilik bir ordunun oluşturduğu tehlike dikkate alınarak, uluslararası toplumun ve sürece müdahil olan tüm ülkelerin Burhan ve Dakalo arasındaki arabuluculuk görüşmelerinde HDK’nin de lağvedilmesi konusundan asla taviz vermemesi gerekiyor. HDK’nin varlığını devam ettirdiği bir çözüm palyatif olmaktan öteye geçmeyecek ve ülkede yeni ve çok daha derin sorunlara kapı aralayacaktır.
Sudan’da uzun süreli bir iç savaşın aşağı yukarı tüm gereklilikleri mevcuttur. Arabuluculuk yoluyla çatışmaların durdurulması çabalarının odak noktasında kaçınılmaz olarak iki dosya bulunacaktır. Bunlardan ilki Sudan’da güvenlik sektörü reformu ve Hızlı Destek Kuvvetleri’nin Sudan Silahlı Kuvvetleri’ne entegre edilmesi; diğeri ise ülkede yönetimin sivil bir hükümete devredilip devredilmeyeceğine ilişkin karar ve takvimdir
En kötü ve istikrarsızlaştırıcı senaryo ise, iç savaşın Sudan ile sınırlı kalmayarak bölgesel bir vekaleten harp (proxy war) haline dönüşmesidir. Esasen, en kötü senaryonun son dönemde Orta Doğu ve Kuzey Afrika’da yaşanan çatışmaların genel gidişatı ile uyumlu olması da endişe vericidir. Yemen, Libya, Suriye gibi birçok çatışma bölgesi, geniş vekaleten harp vakalarına ve uzun süreli iç savaşlara sahne olmuştur
İsrail’in güvenliği ve yayılabilmesi için Ortadoğu’da savaş, istila ve işgallere ihtiyaç vardır. İsrail’in Ortadoğu’daki Kanlı Stratejisi 1982 yılında eski bir diplomat olan Oded Yinon adlı bir gazetecinin raporunda kendisini açığa veriyor. Bu rapor Herzl’in 1897’deki Bildirgesinin biraz daha gelişmiş haliydi. Peki, CIA destekli bu plan neydi?
Yinon’a göre Büyük İsrail'in oluşması sadece iç dinamikler ile değil, komşu ülkelerin durumu ile de ilgilidir. Eğer komşu ülkeler birleşme yoluna giderse bu İsrail için en büyük tehdittir. Yapılması gereken ise önce düşman ülkeleri mezhep ve etnik temelde iç karışıklık çıkarıp bölmek ve bu durumdan faydalanarak İsrail’in bölgesel gücünün tesisini sağlamaktır. Bu stratejinin gerçekleşmemesi için ve Sudan’ın toprak bütünlüğünün korunması için Türkiye ve Mısır başta olmak üzere bölge ülkelerine önemli görev düşmektedir.