Günler önce Düzce’de bir kavşak tartışmasıyla başlayan hadise Düzce Belediye Meclisi’nde olmayacak bir tablonun oluşmasına sebebiyet verdi. Bunların akabinde de belediye başkanı Faruk Özlü, ulusal bir kanalda yaptığı açıklamada Düzce’yi tarif ederken ‘Düzce’ye kaçarak gelen ve sığınanlardan’ bahsettikten sonra işin şekli şemali değişti. Kavşak meselesinde AK Partili Belediye Meclis Üyesi Ergin Çelikağ’ın vermiş olduğu teklif, dinlemeye gelen hazirunun tepkileri ve tavrı bu ‘Kaçarak geldiler’ ifadesinin arkasında yatan tepkinin yansıması gibiydi.

Aslında belediye meclisinde, meclis üyeleri haricinde basın da dâhil hiç kimsenin konuşma ve fikir beyan ederek etkileme hakkı yoktu. İşin enteresanı Sancaklı, Olimpiyat ve Rumeli kavşağı olarak bilinen ve söylenen yerle ilgili de belediye meclisini yönetenin Sancaklı ailesinin üyesi olan Mesut Sancaklı’nın olması da nasıl bir usul ve erkandır, bunu anlamak mümkün değil. Çünkü bir tepki var. Önerge var. Tabii herkesin bir hesabı var.

‘Kaçarak sığındılar’ ifadesi Düzce’de çok sıkıntı oldu. Kafkas ve Rumeli dernekleri Faruk Özlü’yü ziyaret etti. Başkan Özlü bir açıklama yaptı. ‘Ben göç ettiler anlamında kullandım. Farklı bir anlamda kullanmadım. Bunun yanlış anlaşılmasını istemem’ diye bir açıklamaydı bu.

Burada hadiseyle iki boyutuyla bakmak lazım. Birincisi Peygamber Efendimiz, Kabe’nin duvarına Bilal-i Habeşi’yi çıkardı. Tabiri caizse, usul dışında ifa edilirse kapkara bir adam ve sesi de güzel değil. Mekke’nin o kadar asil aileler varken bu adam da köle.  Köle ilk Ezan-ı Muhammedi’yi okuyup insanları namaza davet eden kişi. Peygamberimiz bundan 1400 sene önce verdiği bu mesajıyla hiçbir şekilde ırkçılık ve milliyetçiliğe geçir vermeyen bir dini bize sunmuş. Veda Hutbesi’nde de ‘Hiçbir milletin hiçbir millete üstünlüğü yoktur. Üstünlük Takvadadır.’ mesajını verdi.

Gelelim ‘Kaçarak sığındılar’ lafına… Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakki ihanetinin gösterdiği o cahilce, haince ve basiretsizce yönetiminin ardından yıkılma sürecine girdi. Balkanlar’da, Kafkasya’da kısaca 14 milyon metrekare olan bütün coğrafyada Hristiyan tebaanın bulunduğu yerlerden, 740 bin kilometrekareye mahkum olduktan sonra Müslüman tebaa bu ülkeye bu milletler geldi. Ortak bir özelliği vardı. Ermenistan’da, Rusya’da, Gürcistan’da, Kırım’da; Trakya’daysa Balkanlar’da, Yunanistan’da, Bulgaristan’da yaşayanlar genel ortak din olarak buralarda yaşayanlar Ortodoks Hristiyan. Kaçarak geldiler denilen Laz, Gürcü, Abhaz, Çerkez ve Muhacirler neden geldiler? Kaçarak gelmediler. Devletin sınırları ve şartlar değişti. Orada dediler ki ‘Siz Hristiyan olur musunuz?’ Hristiyan olsalar, Ortodoks mezhebini kabul etseler hiçbir sıkıntı yoktu. Onlar ‘Biz İslam’ız. Biz Hz. Muhammed’in, kuran ve sünnetin yolundayız’ dediler. İşte o zaman onlara bu Hristiyan kafir haçlı zihniyeti yaşam hakkı vermedi. Eğer onlar Ortodoks olsalardı gelmelerine sebep yoktu. Bu milletin evlatları İslam’a yapılan bu baskıdan ötürü buraya geldiler. Bu çok yanlış bir ifadeydi.

Ama bu ifadeyi de etnik köken milliyetçiliği gibi sezgilerle dar bir alanda yönetmek bir o kadar yanlıştı. Neyi paylaşamıyoruz? Hani derler ya ‘Kırk derviş bir kilimde yer bulur oturur, iki derviş bir cihana sığmazmış.’ Gelenlerin içinde Hristiyanlar da olabilir. Vardır da. Ancak gelenlerin yüzde 99’u ‘La ilahe illallah, Muhammedür Resulullah’ dedikleri için o toprakta huzur bulamadığından dinini yaşamak amacıyla Allah için hicret ettiler.

Demek istediğimiz kısaca şu. Milliyetçilik ve etnik köken devletleri yıkmış, milletleri birbirine kırdırmış, dünya tarihinde savaşların en önemli nedenlerinden birisidir. Ama bugün Kafkasya’dan ve Trakya’dan dünyaya 600 yıl boyunca medeniyet sunan İslami değerlerle yönetilen Osmanlı’nın tebaası İslam’ı yaşayabilmek için bu diyara gelmişlerdir. Düzce’ye gelmişler. Zulmün altındaki sebep Müslüman oluşlarıdır.