YIĞILCA İNSANI İNSAN DEĞİL Mİ?
NE BİTKİ YETİŞİYOR NE HAYVANLAR BİTKİYİ YİYEBİLİYOR
Bu hafta içinde arkadaşlarımız Yığılca’ya gittiler. Orada bir yerleşim alanı var. Marmara Çimento geldiği günden beri, Düzce'nin iş insanına, ticaretine, yoluna, izine, doğasına külfet olan bir yer. Tabii endüstri olmayacak mı? Olacak. Üretim olmayacak mı? Olacak. İmalat olmayacak mı? Olacak. Ama olurken de etrafına zarar vermeyecek.
Bu fabrikanın kuruluş aşamasında Yığılca Ziraat Odası Başkanlığı, sivil toplum kuruluşları biz oraya bir ziyaretimizde fabrika yetkilileri dediler ki ‘Biz fabrikanın bahçesinde bitki yetiştireceğiz, çay içeceğiz, toz duman olmayacak.’ Ama insanlar orada bunalmış, ‘Yığılcalı insan değil mi?’ dedirtecek hale gelmiş. Bu insanlar orada tozdan, dumandan hayvanlarının ot yemediğini, bitkilerinin yetişmediğini, hayatın her gün zorlaştığını söylüyor.
Fabrikanın Genel Müdürü geliyor diyor ki; ‘Biz söz veriyoruz, 1-2 haftaya kadar çözeceğiz.’ Arkadaş işin bu boyutuna baktığınızda yazık günah. Fabrikanın yetkilileri diyordu ki; ‘Tozu biz niye havaya uçuralım? Para.’ Bu toz size para kazandırırken, bizim hayatımızı zorlaştırıyor. Bizim insanımızın hayatını zorlaştırıyor. Siz para kazanacaksınız, etrafı toza dumana boğacak, hayvanlarımız o tozdan ot yemeyecek. Hepsinden önemlisi Yığılca’nın dünyaca meşhur arısı konabiliyor mu? Peki, bu kadar büyük bir sıkıntı varken, oradaki insanlar diyor ki; ‘Bizi Düzceliler dinlemiyor, bizi Bolu'ya bağlayın.’ Fabrikanın bir kere çalışma ruhsatı yok. Hiçbir kanun, hiçbir müeyyide, hiçbir şey tanımıyor. Turizm Bakanıyla beraber bir hukukları var, bu gücü kullanıyorlar. Fabrika endeksli olarak Alaplı'ya bir liman yapılıyor. Fabrikanın belki üç katı para kazanılacak. Buraya yol yapılıyor, bu limanla Alaplı arasında, Yığılca arasında özel yol yapılıyor. Ne Yığılca Belediyesi’ne faydası var, ne Yığılca halkına faydası var. Kendine faydası var ve toplumu da yoruyor.
Para ve sermaye, vahaları yeşerten bir su gibidir. Kim buna bir dur diyecek? Bunlara laf anlatmak da öyle kolay bir şey değil. Bunlar laftan, sözden de anlamıyor. Devletten veya siyasetten nereden bir güç alıyorlarsa bu aldığı güçle, Yığılca insanına zulüm ediyorlar. Yığılca insanına zulüm ediliyor. Yığılca insanı, insan değil mi?
Yolunu kullan, izini kullan, her türlü imkanını kullan. Toza ve toprağa boğ. Ama bu insanlara hiçbir faydan olmasın. Bizi bu toz ve topraktan kurtar arkadaş. O toz, duman çevreye zarar veriyor, ama hayatı etkileyecek bir boyutta olmadığı konusunda bir bilgi var elimizde. Ama hayvan yemiyor bunu. Ektikleri çıkmıyor, diktikleri büyümüyor. Her gün bu insanlar, ‘sen orada para kazanacaksın’ diye evinde köyünde tozun toprağın içinde yaşamak zorunda mı?
Bu insanlara zulmetmeyin. Benim dediğimle de yarın sabah orası düzelecek diye bir kaide yok. Her şehre girdiğinizde, her hayata baktığınızda ölüm var. İdarecilerin, yetkililerin ölümü unutmaması lazım. Yığılca’nın bu zulümden kurtulması lazım. Burası Yığılca Çimento, Düzce Çimento diye gündemdeydi, bizi insan yerine koymadılar. Marmara Çimento dediler. Düzce Çimento bunlara ufak geldi. Düzce'yi toza, toprağa, sıkıntıya sok, ismimiz bile olmasın. Hayırlı işler.
ADALET YOKSA HAYAT YOK
FATİH’E BİLE KISSAS UYGULAYAN ADALET
BU ADALETLE DÜNYANIN SONUNA KADAR…
Son günlerde çok konuştuğumuz husus var. Adalet mülkün temeli. Hazreti Ömer'in sözü, ‘Adalet her şeyin temeli.’ Adalet yoksa hiçbir şey yok. Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul fethedildiğinde, ‘Bana devlete karşı suç işleyen varsa getirin.’ diyor. İki tane papaz geliyor Fatih'in huzuruna. ‘Biz dedik ki Bizans imparatorluğunda adalet yok, bu devlet yıkılır. İmparatorun yüzüne söyleyince zindan attı.’ Fatih Sultan Mehmet Han bir ferman yazdırıyor. Diyor ki iki papaza, ‘Benim coğrafyamı, benim topraklarımı diyar - diyar dolaşın ve nerede adaletsizlik varsa, nerede eksik varsa bana getirin.’ Bu arada Ayasofya'da tadilat var. Kiliseden camiye dönerken, bir tane gayrimüslim usta, tadilat sırasında kesilmemesi gereken mermeri yanlışlıkla kesiyor. Fatih Sultan Mehmet Han da onu görünce ‘Kolunu kesin.’ diyor. Adam gidiyor akşam ustalarla otururken diyor ki bir tane Müslüman usta, ‘Sen git Fatih'i şikayet et kadıya.’ Kolunun acısıyla beraber gidiyor devrin kadısına. Kadı efendinin huzuruna çıktıktan sonra durumu anlatıyor. Kadı, ‘Fatih Sultan Mehmet Han’ı yargılayacağız.’ diyor. Tam yargılanacağı zaman da Fatih Sultan Mehmet Han'ın Osmanlı coğrafyasına gönderdiği papazlar da rapor sunmak için geldiklerinde, mahkemede olduğunu duyuyorlar. Onlar da gidiyorlar. Mahkemede kadı diyor ki ustaya. ‘Ya koskoca hünkar bir anda celallenmiş, vazgeç davandan.’ O da diyor ki; ‘Affetmem benim mesleğimdi, hatam da değildi.’ Kadı ikinci alternatifi koyuyor. Diyor ki; ‘Senin bu diyetini ödesin, bir ömür boyunca elde edeceğin diyetin ödensin.’ Gayrimüslim usta diyor ki; ‘Bu işi yapmak, zevk aldığım bir sanattı. Ben diyetini de kabul etmiyorum.’ Kadı, Akşemsettin’e ‘Fatih’e hükmü sen açıklayasın.’ Akşemsettin kafasını kaldırıyor diyor ki; ‘Kısasa kısas yapıla.’ Gayrimüslim usta diyor ki; ‘Bir dakika ben affı anladım, diyeti anladım, kıssas nedir?’ Fatih'in kolu kesile işin izahı bu. Usta, ‘Bir gayrimüslim için cihan padişahının kolunu kesilecek öyle mi? Ben davacı falan değilim. Diyet de istemiyorum, bu kadar güzel adaletin olduğu bir nizamda, bir dinde ben kadının huzurunda kelime-i şehadet getireceğim.’ diyor. Müslüman oluyor. Fatih Sultan Mehmet Han bu papazları gördüklerinde diyor ki; ‘Ne gördünüz?’ Papazlar, ‘Biz son gördüğümüzle beraber, bu memlekette bu adalet olduğu sürece dünyanın sonuna kadar yaşayacak ve payidar olacaktır.’ diyor. Adaletli, dünyanın sonuna kadar payidar bir ülkede adımızla barışık, bunlarla beraber asaletimizle yüceleceğimiz günleri Allah bize nasip etsin.