İsmi gibi devlet olan, Devlet Bahçeli’nin dokunuşuyla beraber İmralı’daki Abdullah Öcalan aylardır devam eden görüşmelerin ardından bir deklarasyon yayınladı.  Burada dedi ki; ‘PKK tarihindeki misyonunu tamamlamıştır, silah bıraksın ve ben bu tarihi misyonu kabul ediyorum’ türünde ‘sulh ve barış’ dedi. Şimdi 1990’lı yılları bir hatırlarsak, bugünü yaşamak ve bu güne gelmek için, bugüne kadar çok devlet adamımızı biz hakka uğurladık, hakka gidişine şahit olduk. Rahmetli Turgut Özel bu yolda gitti, rahmetli Eşref Bitlis paşa bu yolda gitti, rahmetli Uğur Mumcu bu yolda gitti. 28 Şubat denilen bu darbe, Allah rahmeti ile muamele etsin hepsine, Rahmetli Necmettin Erbakan Hocamız bugünleri hazırlarken, bu günlerin temelini atarken başka sebepler bulup da, başka gerekçeler bulup da, bir tane konsomatris ve bir tane üç kağıtçı herifi bulup, bu memlekette post modern darbe yaptılar. Her darbelerde, bu milletin birikimleri gitti. Ve bu barış süreci çok canlara, çok maddi ve manevi bedellere sebep oldu.

En önemlisi şu; Abdullah Öcalan’ın Kenya’dan getirip, gözlerini açtıklarında ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hizmetindeyim’ demişti. Enteresan olan; Nesire hanım ile evlendi, Nesire hanım da o günkü şartlarda pilot Necati’nin kızı. Şimdi bir uzman çavuş, bir hakim, bir savcı evlenirken, ‘kimin kızı bu, kimin kızı değil bu’ diye bir güvenlik soruşturması yapılıyor. Ve hepsinden önemlisi bir tanesi Baki Tuğ… 12 Eylül’den önce, 1980’de sıkı yönetim savcısıyken, Abdullah Öcalan Siyasi Bilimler Fakültesi’nde bir öğrenci olaylarına katıldığında, sıkı yönetim komutanından bir telefon geliyor ve ‘Abdullah Öcalan’ı serbest bırakın’ deniliyor. Kendisi anlattı Baki Tuğ bunu, o dönemin savcısı. İşte oradan, buraya geldiğimiz günlerde ‘Devletimizin hizmetindeyim’ dedi. Hakikaten ülkede büyük bir gündü. Kim sebep olduysa, kim buna gayret verdiyse önce gayretinde, sonra gayretullahta bir karşılığı olsun inşallah. Çünkü bu terör, bu savaş Osmanlı’da yoktu, Selçuklu’da yoktu. Ama cumhuriyet kurulduktan sonra, bu memleketin kalkınmasını istemeyen bir takım güçler, bu altyapıyı kurdu, bu savaşı başlattı. Yıllarca uğraştılar, buraya getirmek için. Çünkü ne Türk’ün kanı, ne de Kürt’ün kanı bu çabayı sarf edenler için bir anlam ifade etmiyordu. 1 trilyon 500 milyar dolar bu ülkenin bu teröre verdiği bir kayıp var. İşte bu parayı kim aldıysa, bu terörü o beslemiştir. Allah Devlet Bahçeli büyüğümüze, devlet büyüğümüze hayırlı uzun ömürler versin. Allah şafi şifa Esması ile kendisine şifalar versin. Bu çok çok büyük bir iş. Beni, heyecanlandırdı, çünkü işin özünde şu var; ‘insani ilişki’ deyin, ‘İslam-i ilişki deyin’ ne derseniz deyin, bu coğrafyada bu devletler kurulduğunda Türkler bu evin büyük abisi, Kürtler de küçük abisi olmuş Osmanlı da, Selçuklu’da da. Selahaddin Eyyubi benim atam, Selahaddin Eyyubi’nin de Kürt olduğu söyleniyor. Ne fark eder? Ha Türk, ha Kürt… Ama ne büyük kardeş, ne de küçük kardeş birbirlerini kırmış ve evde huzur olmuş. Ama bu ülkenin kalkınmasını, gelişmesini, bir Selçuklu, bir Osmanlı olmasını istemeyenler, büyümesini istemeyenler, büyük Türkiye olmasını istemeyenler, bu oyunları kurmuş. Oyun kuranların en güzeli, en büyüğü Cenabı Allah…

Kaç günden beri çok konuştuk ve anlattık… Ama geldiğimiz noktada çok şeyin olduğunu da biliyorum. Gerçekler zamanla anlaşılır, zaman önemli… Zaman derken, FETÖ’nün yayın organı bir Zaman vardı. O zaman bu zaman değil… O zaman gazetesinin muhabiri Düzce’de Erol Tayhan denilen bir arkadaş, bizimle ilgili ileri geri bir şeyler anlatıyor. Netice itibari ile gerçekler zamanla anlaşılır. Zamanı gelince herkes her şeyi görecektir. Hani ‘sabret oğlu, vaktinden önce çiçek açmaz’ diyor ya… ‘Sadullah demeyin, Sadullah’a, bu adi adam’ diyor, Erol Tayhan. Hani fikri, düşüncesi ve yasal boyutları ayrı bir şey. Ama sen adamsan, bu memlekette FETÖ artığı zaman gazetesine yıllardır hizmet eden sen, adamsan FETÖ Terör Örgütü’nden firari o çocuğunu gel devlete teslim et. Görelim bakalım devletliğini, adamlığını, yiğitliğini. Her kes haddini bilmeli.

Herkes Düzce için bir şeyler söylüyor, biz de bir şeyler söylüyoruz. Kameranın önünde söylenenle, kameranın arkasında söylenenler arasında çok farkla oluşuyor. İnsanlar birebirde söyledikleri ile beraber. Şimdi, dün akşam Analiz diye bir facebook televizyonunda BELTAŞ’ın Genel Müdürü Üzeyir Yiğit bir açıklama yapacak. Programın tanıtımı yapılıyor. Tanıtımda yazıyor; bir BELTAŞ, iki küçük sanayi sitesi yapımı, üç Düzce Belediyesi hizmet binası, yani yeni yapılacak yerler, dört Enviyo diye sayıyor. Şimdi işin özüne baktığınızda, bunların açıklanma zarruriyeti ne? Allah hayırlı ve uzun ömür versin, Allah şifa versin Faruk Özlü canı ile uğraşıyor, böyle bir açıklama. Bunu kim yapın dedi, bunu bilmiyorum. Ama böyle bir mecburiyet var mıydı? Vardı diyelim… AK Partili belediyenin yaklaşık bir buçuk milyar lirayı bulacak olan projeleri, şirketinde gücünü ortaya koyarak 2 milyar lirayı bulacak olan yatırım projelerini Selam Tehvid Örgütünden, bu İran’a yakın bir yapıdır bu. Hani Osmanlı tarihine baktığınız zaman, Selçuklu tarihine baktığınız zaman ta bu Haşhaşilerden gelen, bu Hasan Sabbah’tan gelen, Acem casuslarının bir namı vardır bu ülkede, bu Selam Tehvid Örgütünde, FETÖ tarafından takip edilen Üzeyir Yiğit’e kaldı bu işi izah etmek. Ama Selam Tehvid ile FETÖ arasında ne fark var bilmiyorum. Bu memleketin AK Parti İl Başkanı var, iki tane milletvekili var. Sayın Hasan Şengüloğlu, bu belediye AK Parti’nin, açıkla Belediye Binasının da Enviyo şirketinin alınmasının veya oradaki çöp meselesini de, Küçük Sanayi Sitesi’nin yapılması aşamasını da, BELTAŞ’ın hizmetlerini de, açıklayacak olan kimdir. Belediye Başkanı açıklamıyorsa, İl Başkanı açıklar, Milletvekilleri açıklar Sayın Ayşe Keşir, Sayın Ercan Öztürk. İl Başkanı yok, Milletvekilleri yok, İl Genel Meclisi yok, Belediye Başkan Yardımcıları yok, Belediye Başkan Vekilleri yok, kim var? Üzeyir Yiğit… Bunların hepsinin sözünün, özünün bir anlamı, bir ifadesi yok mu? Düzce nereye geldi? Benim bu saydığım isimlerin tabii siyasetçiler dahil olmak üzere, birebir görüşmelerde veya ikili görüşmelerde, üçlü görüşmelerde, benden daha farklı sıkıntıları olanlar var. Ama bunları kimse konuşmuyor. Bir ben konuşuyorum, bir de geçen gün Konuralp TV’den Sezgin Aktaş güzel bir haber yapmış, ‘Büyü mü yapıldı’ diyor Faruk Özlü’ye. İşin sonunda günah keçisi olarak biz bulunuyoruz. Biz hayatta menfi ve müspet olan her şeye karşı antrenmanlıyız. Ama ben eleştirdiğim veya gündeme taşımaya çalıştığım bu rantçı aklın içine ben de girebilirdim. Ama biz halkçı bir noktaya geldik. Üzüldüğüm tek şey var; Faruk Özlü’nün bu hallerle anılması, bilinmesi ve eşdeğer tutulması… Çünkü Faruk Özlü bu değil, biz böyle biliyoruz. Faruk Özlü bu değil, biz böyle bilmek istiyoruz.

Bugünün manşetini söyleyeyim; bu memlekete, bu millete hizmet eden herkes bizim için kutsaldır. Fakat bu düzenleri bozulanlar var, hesapları altüst olanlar var, onlarda kendilerine göre o hesapları düzeltmeye çalışacaklar. Metehan atamızdan bu güne kadar bize bir öğreti var; bu ilk bahsettiğimiz ve konunun tamamını da özetleyecek bir cümle bence. ‘Bir kurt yürürken, kırk it salacak. Salmazsa o kurdun asaletini kim soracak’ der.  

MAKALENİN VİDEOSUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN