Toplumsal olarak birçok kavram kargaşası yaşıyoruz. Vefa üzerine onlarca özlü sözümüz, atasözümüz, türkülerimiz, şarkılarımız var…

Ama vefa nedir sorusuna verebilecek ortak bir cevabımız yok.

Yozlaşma ve sığlaşma bireyden aileye, aileden topluma her alanda kendisini çok derin yaralarla hissettiriyor.

Evladı ölen bir aile, peşine doğan çocuğuna ölen evladının ismini vererek başlatıyor bu paradoksu mesela. Ölen ağabeyinin ya da ablanın bize verme imkanı bulamadığı ne varsa sen vereceksin deme şeklidir bu.

Ama kim ölmüş bir çocuk kadar akıllı, çalışkan, vefalı, hayırlı olabilir öyle değil mi?

Bu böyledir çünkü.

Daha kendisi olamamışken, bir başkası olamayışının ızdırabı yükleniverir küçücük çocuğa…

Lisede bir tarih öğretmenimiz vardı, her konusu açıldığında “Fatih sizin yaşlarınızda İstanbul’u fethetme planları yapıyordu. Yeniçeriler arasında yaşı sizden küçük askerler viyana kapısına dayanıyordu.” Derdi.

Bizden Fatih ya da Yeniçeri askeri olmamızı beklemiyordu muhtemelen ama o mahcubiyeti henüz o yaşlarda hissederek, ölüm ve ötesini istemenin, dünyada istenebilecek en büyük üstünlük olduğu işleniyordu zihnimize.

Öyle ya, Fatih’in, Kanuni’nin torunu olmak, yer yüzündeki bütün mazlumlar adına savaşarak ölmek fedakarlığıyla ödenebilecek bir bedeldi.

Peki gerçekten öyle miydi? Vefa, kendisine benzemediğimiz her şeyi düşünerek, en acı bedeli göze alarak yaşamak mı? Ya da en acı bedeli göze alarak ölmek mi?

Yaşamak ve ölmek fiilleri aynı motivasyonla düşünülse de çok başka sonuçlar doğurur.

ikinci kısmı baz alan “vefalı gayrimüslimler” Fatih’in kendi imkanlarıyla icat ettiği Şâhi topunu geliştirerek, İlk kısmı baz alan “vefalı müslümanlar”ı, 2 asırdır öldürüyor.

Ama bize öğretilen neydi?

Dedelerimize layık olmak için kahramanca ölmeliyiz…

Çünkü biz, onlar gibi kahramanca yaşamayı beceremedik!

Hazreti Fuzuli: “Bi’vefadır dâr-ı Dünya kimseyi şâd eylemez” demiş.

Dünya biraz da böyledir. Abde vefa, sancağı düştüğü yerden kaldırmakla olur.

Sancağı düştüğü yerden daha ileriye taşımak vizyonu olmayan herkes Ahdine vefasızlık etmiş oluyor.

Meseleyi toparlayacak olursak:

Üstad Nuri Pakdil’in ifadesiyle:

“Kudüs kendi uğruna ölecek müslümanları istemiyor. Kudüs, ölümü göze alarak kendisini fethedecek müslümanları bekliyor.”

Vefa, Kudüs için ölümü göze almak değil, Kudüs’ü hak edecek toplumu inşa etmektir.

Bu bakış, bu şuur, bu duruş netleştikçe anlaşılacak ki: ölmek kolay olandır. Silahı,zırhı kuşanıp savaşmak en kolay olanı.

Amirinin, toplumun ya da neyse bu değerler: onların gözüne girmek için slogan atmak kolaydır ağabeyler.

Zor olan yaşamak. Bir davaya vefa borcuyla yaşamak…

Bir davaya vefayla bağlanmak, silahını kuşanıp savaşa giderek değil, bulunduğun yeri fetih şuuruyla şekillendirmektir.

Bir çöpçünün süpürdüğü sokağa ilk defa girenler, “burada dünyanın en iyi çöpçüsü çalışıyor” demiyorsa eksiktir davasında.

Şişirilmiş notlarla öğrencilerini geçirip kıdem almayı amaçlıyorsa bir öğretmen, vefasızlık etmiştir ahdine.

Siyasetten bürokrasiye, iş dünyasından spora, hakkını vererek yapmayan kim varsa işini, Filistin’de yaşanan trajediden sorumludur.

Çünkü devrim, devrimi devirmekle başlar.

Üstad Necip Fazıl ile tamamlayalım yazıyı:

“Bir akıl gelecek ki akıllar delirecek. Ve bir devrim, evvela devrimi devirecek!”

Kalın sağlıcakla…