Laf vardır diyor büyükler: İş bitirir. Laf vardır, baş götürür. Yaklaşık 3-4 günden beri, yani bir hafta aşağı yukarı da diyebiliriz, Düzce'de mahalle toplantılarında gelişen bir olayla ilgili, hepimizin malumu Sayın Belediye Başkanı Faruk Özlü ile Sayın Zekeriya Beşyüz’ün arasında geçen bir monolog, diyalog, eleştiri, tartışma neyse... Bunun bir adı yok. Çünkü bir adı var ama adı koyulacak bir adı da yok. Biz bunu bulamadık. Bulan varsa söylesin.

ÖZLÜ’NÜN FOTOĞRAFININ YIRTILMASINI ÇİRKİNCE KAZANANI KİM?

Bugün gelinen noktada Düzce'de Millet Bahçesi için bir projenin tanıtımında Faruk Özlü'nün resminin yırtılmasına kadar geldi bu iş. Şimdi edindiğim bilgi, yaptığım temaslarda ne bu işten Faruk Özlü mutlu ve mesut, ne Zekeriya abi mutlu ve mesut. Ama mutlu ve mesut olan bir kesim var. Düğün evinin oynakçıları derler buna. Şakşakçıları, cenaze evinin ağlakçıları gibi... Toplumda veya ticarette, siyasette olanlar pek burada yok ama yerini sağlamlaştırmak isteyen, sadece yalakalık ve yampeçlikle ayakta durmaya çalışan bir güruh var. Bir lafın üzerine üç laf ekleyip anlatan bir sütü bozuk bir yapı var.

BAŞKAN YARDIMCISININ MAKAM ARACIYLA SPORA GİDENLER VARYA…

Ve sosyal medyada insanların onuruyla, şerefiyle, haysiyetiyle oynayan ve bu oyundan da kendine bir şey çıkartmaya çalışan zavallılar var. Ben bunu kesinlikle kabul etmiyorum. Sadettin Kantar yazmış. "Saadullahçığım" demiş bana, bir şeyler demiş. "Sen" demiş, "Belediyedeki başkana sahip çıkmayanları eleştirdin, şimdi sahip çıkanları eleştiriyorsun."

Bu mesele öyle değil. Sapla samanı birbirine karıştırmamak lazım. Ben belediyenin hizmetinden dolayı, belediyenin uygulamasından dolayı alttaki bir olayın, bilinen bir olayın, gelen bir rüzgarın veya taarruzun ya da tepkinin bilinmesine rağmen önüne geçmeyen idarecilerden bahsettim.

Şimdi bu yorumları en çok yapanlar kim mesela? Bir belediye başkan yardımcısının makam arabasıyla spora giden, yanındaki ekibiyle "Faruk Özlü Bey'in yanındayız, arkandayız başkanım" diyen kişi, bayan, adam... E tabii ki yazacak. Başkan yardımcısının makam aracıyla spora gidip sefa süren adam yazacak ki bilinmesin, duyulmasın diye.

İYİ DİNLE SADETTİN KANTAR

Burada öküz altında buzağı arayan öküzlere diyorum: O çirkin saldırıyı, Faruk Bey’in resmini yırtan kişilere; ne elde ettiniz? Şimdi geldiğimiz nokta şu: Düzce’de fitneden, kaostan, gerilimden, entrikadan, filmden beslenen bir kitleden bahsediyorum ben. Ey Sadettin Kantar! İhmalden değil, suistimalden bahsediyorum. Burada ihmal yok. Önceki bahsettiğim konuda ihmal vardı. Burada suistimal var. İnsanların duyguları, doğruları, içtimai halleri istismar ediliyor. Her iki taraftan da… Düzce buna layık değil. Düzce bunu hak etmiyor. Ne Özlü hak ediyor, ne Beşyüz hak ediyor, ne Düzceliler hak ediyor.

Düzce’ye dışarıdan bakan bir adam bu yorumları görüyor. Türkiye’nin farklı yerlerinden etkileşim oluyor. "Adamların tartıştığı konuya bak." diyor. Biri çıkmış, belediye başkanının yaptığı işlerle ilgili bir şey söylemiş. Hissi olabilir, nefsi olabilir, menfaatten olabilir, vicdandan olabilir, cüzdandan olabilir, yürekten olabilir. Ne olursa olsun bir şey söylemiş. Belediye başkanı da ona bir şey söylemiş. Ama burada bir yangın, bir kıvılcım olmuş. Millet su taşıyacağına benzin üflüyor. Serinleteceğine ısıtıyor. Ne elde edeceksiniz?

ÖZLÜ OLMASA HİÇ OLACAKLAR YANGINA BENZİNLE GİDİYORLAR

Ben bir daha söylüyorum. Şu olay, şu olay... İstisnalar kaideyi bozmaz. Samimi olanlar mutlaka vardır. Ama şu olayda meyancılık yapanlar, yampesçilik yapanlar, "arkanızdayız", "yanınızdayız başkanım" diyenler... Belediye başkanı bir tesis açıyor, bir proje anlatıyor; buraya yorum yok. Beğeni yok. Ama ne zaman ki bir bela, bir curcuna oluyor, herkes müdafaa-i hukuk cemiyeti gibi çıkıyor ortaya. Sözde belediye başkanını sahipleniyorlar. "Arkandayız" diyorlar. Çoğunun oy verdiğini de zannetmiyorum. Yaptığım temaslardan bunu gördüm.

Düzce bu kavgayı, bu diyaloğu hak etmiyor. Düzce’nin büyükleri, ekabirleri, sağduyulu insanları bu işten rahatsızlar. Ama bu işten keyif alanlar da var. "Kar muhabbetin, zarar hazinenin" diyerek makamda, mevkide, yetkide, fırsatta şereflenen şerefsizler tabiri caizse... Bu kimseye fayda sağlamaz. Faruk Bey’in resminin yırtılması, bu çirkin saldırının anlamı ne? Ne anlatıyorsunuz? Nedir bunun karşılığı? Ne hizmet ediyorsunuz? Attığınız taş, ürküttüğünüz kurbağaya değiyor mu?

Biz buna destek oluyoruz diye farklı paylaşımlar, mesajlar... Efendim, şu şunu demiş, bu bunu demiş. Hani siyaset ilim değil, film işidir. Böyle siyaset yapıyorum diye film içinde olanlar ya memleketin kaderini, memleketin kıymetini, memleketin artısını değerlendirmek üzere elimizde bir imkan varken, bir Faruk Özlü varken bunu burada kullanırken insanların zayıf noktası, duygusal noktası, vicdani noktası, insani noktalarına dokunup "Ben çok ben arkasında durdum efendim." Maaşlı, şereflenenler. Faruk Özlü olmasa bir hiç olanların hepsi bu yangına körükle gidiyor.

Ha diğer tarafta da, Zekeriya Beşyüz, aslında soy ismi Korkmaz ama biz Beşyüz diye biliyoruz. Bunun etrafında da bir kitle oluşmuş. Bunun üzerinden Zekeriya abinin arkasına veya ismiyle veya şekliyle neyse, kullanarak bir muhalefet üretmeye çalışıyor.

BU YAKLAŞIMLAR AHLAKİ, VİCDANİ, İNSANİ DEĞİL

Tamam, muhalefet… Herkes muhalif olduğu konuyu yazsın, soruyu sorsun. Ondan yana sıkıntı yok. Ama bunun usulü bu değil. Bunun yolu bu değil. Bu ne insani ne İslami ne vicdani ne ahlaki.

Düzce'nin geleceği, Düzce'nin gündemi bu değil. Düzce bu sütü bozukluğu hak etmiyor. Bu kadar basit.

BU YANGIN HEPİMİZİ YAKAR

Ben prim verildiklerine, prim verdiklerine pek inanmıyorum ama insan bu. Duyguları var, hisleri var, değerleri var. Oradan fik fik, buradan fitne, buradan bilmem ne… Ne oldu? İş nereye geldi?

Yazık. Düzce gündemi bu kadar ayağa düşmemeli.

Yani yangına körükle gitmeyelim. Yangına suyla gidelim. Yangına yangın söndürücü elementlerle gidelim. Çünkü o yangın herkesi yakar işin sonunda. Bizi de yakar. Bize de zarar verir.

Düzce’nin önünde büyük hedefler var. Düzce büyüyen bir şehir. Başka Düzce yok. Ayrıldığı ilden daha çok büyüyen bir şehir ve büyüyecek olan bir şehir. Böyle ufak tefek… Yani ufak tefek değil, ciddi de olabilir ama bunlar olabilir. Bir, işte bir iki boyutuyla bakılır. Bir kasıt bakılır, bir kusur bakılır. Kasıtlı mı olmuş, kusurlu mu olmuş? Bir de insan çok sevdiğinden, çok değer verdiğinden, gönlünde bir yeri olan insanın söylediklerinden etkilenir. Belki buradan bakalım.

ALLAH İLE İŞİMİZ BİTMEDİYSE ALLAH’A YAĞMUR İÇİN DUA EDELİM

Şimdi biz ne zaman inandığımız gibi yaşamaya başlarsak, huzuru anca öyle bulacağız.

Bizim eskiden, büyüklerimizin bir geleneği, bir inancı vardı. Bu yağmur yağmadığı zaman bir dua edilirdi: "Allah’ım, bize yağmur nasip et."

Bizim Türk boylarının Hakan'ı Gazneli Mahmut savaş esnasında ordunun dağıldığını görüyor. "Allah’ım," diyor, "Bana bu zaferi muzaffer edersen, bütün ziyneti, altını, kıymetlileri fakir fukaraya, garip gurebaya dağıtacağım."

Allah da bunun o anlık duasını kabul ediyor. Savaşın kaderi değişiyor ve bütün altın, zümrüt, neyse kıymetli madenler önüne seriliyor. Devlet hiyerarşisindeki usule göre bunları tüm generaller, komutanlar alırmış. Ondan sonra işte rütbesine göre dağıtılırmış.

"Kimse bakmasın oraya" diyor. "Niye? Ben böyle bir niyet ettim. Allah bize nasip etti. Ben bunu garip gurebaya, fakir fukaraya dağıtacağım."

Komutanlar diyor ki, "Bir dakika, hünkarım. Biz usulü bozuyorsun. Bu böyle değildir, usul budur." derken tartışma oluyor. Tartışmada en son şuna karar veriliyor: "Bir arif kişi gelsin bize hakemlik yapsın."

Bir arif kişi geliyor. Bir zat, halden yoldan anlayan dedikleri biri geliyor. "Selamünaleyküm." "Aleykümselam." Altınlar, zümrütler, kıymetli madenler... Bir tarafta komutanlar, bir tarafta padişah… Konuyu dinliyor. Şöyle bir bakıyor:

"Siz ki ordular yönetmiş bir hükümdarsınız. Devlet yönetiyorsunuz."

Dönüyor generallere: "Siz zaferler kazanmış, ordular yöneten bir makamdasınız. Eğer Allah'la bir daha işiniz olacaksa bunu fakir, fukara, garip gurebaya dağıtın. Yok, olmayacaksa kendi aranızda paylaşın." diyor.

"Bu kadar zor mu bu iş ya? Bizim Allah’la işimiz bitti mi? Bu camilerde bu toplumu niye motive edip de yağmur duası istemiyoruz biz? Bizim Allah’la işimiz yok mu?"

Her şey bilim, teknoloji… Evet, tamam. Bilim, teknoloji, ilim. Dünyanın şartları şu anda bize yağmur yağdırmıyor. Mahsullerimiz yandı. Kirazın kilosu oldu 600 lira. Birçok yerde mahsul yok. Fındıklarımız yandı gitti. Birçok mahsul yanıyor.

Ya bir dua edecek ağzı dualı bir adam yok mu bu memlekette? Veya bunu bir harekete geçirecek insan yok mu? diye düşünürken demek ki bu iş bana düştü. Benim ağzım dualı, o kadar mübarek bir adam değilim ama Allah’tan yağmur isteyelim. Bunu müftümüz, din adamlarımız veya kim akil önderimiz… Yoksa yanıyoruz.

Belki bir Allah’ın sevgili kulunun muhabbetiyle yağmur yağar. Ha inananlar için bu. İnanmayanlar için tartışma konusu olmasın. Hani az imam can imandan edermiş, az doktor candan edermiş. Candan da imandan da olmayalım. Allah’la işimiz varsa dua edelim. Yanıyoruz.

Serin, huzurlu, güzel bir cuma gününde buluşmak üzere… Hoşça kalın, dostça kalın. Allah’a emanet olun.

KÖŞE YAZISININ VİDEOSUNU İZLEMEK İÇİN TIKLAYIN